31 Mart 2010 Çarşamba

Buluşmuştuk Bir Kavşakta VI


Yeni bir ev otel odasından farksızdır içinde yalnızlıkla örtülmüş eskiler varsa..

Ev sahibiyle konuştuğumuz saatte 117 ye vardığımda, ince uzun kırklı yaşlarını sürdüğünü düşündüğüm ev sahibi olan kadın karşıladı kapıda, güler yüzlü ve rahat bir kadındı, düşündüğümün aksine çok geniş bir evdi, ayak üstü kısa bir tanışma faslından sonra yine ayak üstü kontratı imzaladık, uyumlu ve itirazsız oluşum kadının hoşuna gitmişti muhtemelen.
Üst katımda annesiyle oturduğunu söyledi ve daha önce evi hep öğrencilere kiraladığını..aslında bunu söylemese bile her halinden belliydi evin öğrenci evi olduğu hatta sabit olan bazı eşyalar çok işime yarayacaktı.
Mutfakta ki mini buzdolabı ve ikili ocağı görünce sevindim dahası evin hemen girişindeki parka bakan odada bir kanepe bir yatak ve bir de yuvarlak bir masa vardı o an o odada geçireceğim saatleri düşündüm. İyice sararmış duvar kağıtları demode kapı ve pencereleri girişte hemen solda kocaman iki oda banyo ve mutfağın ayrı ayrı açıldığı salon vari bir yer vardı.Giriş kapısının hemen karşısında eşyalı parka bakan oda ve hemen sağında o odaya bitişik bir başka oda daha vardı bu iki oda buzlu camlı bir kapıyla bir birine açılabiliyordu. Evin orta kısmı ve arka odalar nispeten güneş görmediğinden karanlıktı mutfak çok küçük ve apartman boşluğuna bakıyordu ve o boşlukta bir dolu güvercin vardı ve onların kokuları ve en nefret ettiğim şeylerden olan camlara yapışmış pislikleri..
Solda ki iki oda tamamen boştu ve arka bahçeyi görüyordu sanırım kiraz ağacıydı gördüklerim bir de leylak..İşte bu güzeldi.
Arka odaların birinde ve kalmayı tasarladığım eşyalı ön odada soba vardı ve bunları gördüğümde hayırdır ne oluyoruz dedim kendi kendime ve evin sobalı olduğunu anladığımda kafamda birkaç şimşek, ünlem ve yıldız aynı anda parladı ve içim yine gülmeye başladı aferin sana diyerek.
Ev sahibi gittiğinde koskocaman ve neredeyse bomboş yarı güneş görmeyen kuşların patırtısından başka ses olmayan üstelik sobalı ve o an buz gibi olan evin içinde bir başıma kalmıştım.
Evin içinde bir tur daha atıp buraya dair bir şeyler hayallemek istiyordum Arkadaki sobalı odanın da bir balkonu vardı köhne bahçeye bakan ve o balkon ıvır zıvır doluydu en çok da bira şişesi gözüme çarpmıştı sanki kim ne içtiyse yıllardır buraya biriktirmişti ve pislik içindeydi o odanın kapısını çekip çıktım bir daha da girme niyetinde değildim, yan tarafındaki diğer oda daha şirindi ve aydınlık ufak bir de yer sofrası vardı duvara dayanmış. Hemen şark köşesi geldi aklıma ama şark köşelerinden otantik şeylerden çok hoşlandığım söylenemezdi ve duvarda kocaman bir grafiti vardı ‘pink floyd the wall’ yazıyordu. Gülümsedim, bütün gençlerin yolu bir gün pink floyd’dan geçiyordu demek.
Bu odayı resim atölyesi olarak kullanmaya karar verdim o an, biçilmiş kaftandı bunun için, pencereleri kocaman neredeyse yere kadardı perdeye de gerek yoktu sadece çalı çırpı ve ağaçlara bakıyordu o büyük pencereler..
Banyonun ise anlatılacak bir yanı yoktu bir lavabo ve bir musluk daha hepsi bu bir de ne olduğunu sonradan anlayacağım elektrikli su ısıtıcısı..

Ön odaya gidip pencereden parkı izlemeye başladığımda iyice üşüdüğümü hissettim, neyse ki görevli her sabah odun ve kömür bırakacaktı kapıya soba yakmak ne kadar zor olabilirdi ki, hepsini içine atıp gazete ile tutuşturacaktım, yine de bir elektrik ocağı almalıydım. Oturup acil ihtiyaç listesini belirledim yatak yorgan nevresim terlik perde portatif bir gardırop bunlardan bir kaçıydı, temizlik malzemesi ve yiyecek bir şeylerde almalıydım. Gözümde büyüdü o an her şey, dışarısı evden sıcak olmalıydı çıkıp bir an önce gerekenleri yapmalıydım. Bir de yeni bir hat alsam iyi olacaktı..

Tüm bunlar olurken , Sinem sabırsızca komşusunun kapısını çaldı. iki koca valizini alıp ev sahibine araya sıkıştırılmış küfürlerle birlikte kötü sözlerini savurup tekrar sokağa çıkması en fazla beş dakikasını almıştı. Birkaç gün kuzeninde kalacaktı. Tuhaf bir rüyadan uyanmış gibiydi, son üç günü düşünecek hali yoktu, babasını görmüştü en azından artık bir şekli vardı ama bu onu etkilememişti, ne pişman ne değildi, Yeşimi düşündü gülümsedi, çocuk gibi tavır yapmıştı son anlarında, zaten vedalaşmamışlardı. Aramak istedi o an arayamadı çünkü arayabileceği her hangi bir yeri yoktu.

Bazen birinin yanında olmayı, onunla konuşmayı istersin ama yaşadığı şehirden başka hiçbir şeyini bilmiyorsundur. Sadece uzaktan iyi dileklerini gönderir, ara sıra da şu an ne yapıyordur diye düşünürsün..en fazla o şehre gidip bir yerlerinde karşılaşmayı umut edersin komik bir şekilde.. ama karşılaşamazsın..

Sinem o gece kuzeninin evinde pembe peluş terliki ayaklarını sehpaya uzatmış can sıkıntısıyla televizyon kanallarını gezip babasının yüzünü, annesinin inatçılığını düşünüyordu bir de Arda’yı yani ayrıldığı eşini..kendini iyice alkole vermiş işinden atılmıştı bugün bir arkadaşı söylemişti. Serseri diye geçirdi içinden beter ol!

Aynı dakikalarda Yeşim, elektrik ocağıyla ısıtmaya çalıştığı odasında karanlıkta oturup pencereden parkın ve çevresindeki iş yeri ve evlerin ışıklarına bakıyordu, yorucu bir günün sonunda evindeki ilk gecesinde. Babasını, dükkanında kilitli bıraktığı yüzlerce kitabını ve kokularını, düşünüyordu..Birde O’nu..en çok onu..

Omuzlarında yeni aldığı ekoseli yün battaniyesi elinde kahve fincanı kulağında ona ait olmayan bir radyodan yerel bir kanaldan yayılan bir şarkı..
‘kendine iyi bak, beni düşünme, su akar yatağını bulur’ diyordu Ahmet Kaya..sadece yutkundu gözleri dolu dolu..
Sonra, ‘Buradayım’ diye çığlık attı içinden, bul beni!

9 yorum:

Aylin Ünlü dedi ki...

Ne olduğunu sonradan anlayacağın elektrikli su ısıtıcısı,gelişecek bir takım olayların mı habercisi olacak diye sormadan edemedim :)

Yeni alınacakların yanına bir de ayna eklemelisin :) Bakarsın Sinem kapını daimi çalar brgün :)

hahahaha Arda güzel bir isim olmuş,ilahi hatuncum,Arda Turan geldi aklıma :))))
Ayrıntıları güzel yakaladığını ve beni de şaşırttığını söylemeyi istiyorum önemle!

Son paragrafı tamamen canlandırdım gözümde ve Yeşim battaniyesine sarılmış kahvesini yudumlarken odanın içine sadece sokaktan gelen ışık yayılmıştı.Radyo siyahtı sanırım ve küçük düğmeleri ve ucunun nerede biteceğini düşündüren upuzun bir anteni olmalıydı.

Çok güzel olmuş...

Berrin dedi ki...

içimde acayip bir sıkıntı var ve cidden keyifsizim bu halde bile güldürdü beni yorumun :)radyo siyahtı ama antenini düşünmemiştim :))
sinem haftaya kalmaz düşecek yeşimin evine :))
teşekkür ederimmm..
hayatında ilk defa elektrilki su ısıtıcısı gördü yeşim, ne oldugunu anlamadı o yüzden halı çırpma teli gibi bir şeydi :))

Aylin Ünlü dedi ki...

:)güldürebilmeyi seviyorum seni.
İlk defa gördü demek,hangi çağda yaşıyor bu kız eheueheu:))))
alemsin..:)

bulut dedi ki...

İnşallah içindeki sıkıntı geçmiştir.
Tebrikler, yine güzel bir bölüm olmuş, merakla bekliyoruz devamını..

Berrin dedi ki...

aylin, bende seninle gülmeyi seviyorum..
yahu modern bir hayattan düştü yeşim oralara:) ısıtıcı görmemiş kızcağız ne yapsın :)
burnu sürtecek hayli, aptallık edip dönmese bari geri..

bulut, sıkıntı devam ediyor, hayır olsun diyelim..
teşekkür ederim.

bulut dedi ki...

Hayırdır inşallah. Yeşim'in yeni evini düşününce benim bile içim sıkıldı, sana da ordan gelmiştir bu sıkıntı. Bence tez elden kurtar kızcağızı bu sefil hayattan :))

Berrin dedi ki...

yeşimin ruhu bohem, yaşamıda ona göre olacak, bazen sefalet iyidir :)
olmadı satarım arabasını 2 sene kadar rahat içinde yaşar.

bulut dedi ki...

O bohem hayatta 2 sene rahat yaşamak için en azından bir AudiA6 gerekir :)

Adsız dedi ki...

Ben almanyadan sevgi, gercekten cok guzel bir blog, eger twitter veya facebook sayfasi varsa hemen
ekliycegim.