31 Mayıs 2009 Pazar

PAZAR'lıksız

Tek şekerli, az sütlü neskafesini yudumlarken, henüz sabahın sekizi olmamıştı. Dün geceki misafir kalabalığından geriye, bir sürü tatlı, yerdeki fıstık kabukları ve yorgunluktan olsa gerek sırtındaki ağrı kalmıştı..
Pazar günlerini sevmiyordu. Yaşadığı en güzel pazarlarda bile sıkıcı, sersemce, zoraki ve yorucu bir hava hissederdi.
Şimdi şu an ne kadar sessizdi her şey. Saatin tik takları tüm zamanlarda sessizliği bozan tek şey olmalı diye düşündü. Evde yatak kıyafetleriyle dolaşmayı sevmediğinden, kot pantolonu ve tişörtünü çoktan giymişti. Sıkkın ama gergin değil, sessiz ama yinede mutsuz değildi.
Önünde çok parlak olmayan günler onu bekliyordu. Yapması, düşünmesi, uğraşması gereken bir dizi şey aklına geldikçe, dışı gibi içi de sessizleşiyordu.
Adı konmamış bir kitabın 31. sayfasında bir kitap ayracı gibi hissetti kendini..Oysa o sayfadaki ‘konuştuğumuz gibi çok uzaklara’ cümlesinin içinde uyumak isterdi. Ve ‘kahvaltı hazırrr’ diye..kilometrelerce uzaktan seslenilmesini..
………………………………………………………………………………
Sıkılınca kimse tutamaz, bu yazıya yaptığı gibi yarım bırakıp giderdi her şeyi..

23 Mayıs 2009 Cumartesi

'aşk'

Elif Şafak'ın okuduğum ilk romanı..


"Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali, yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar, ödediğimiz bedeller…Aşk… kitap içinde bir kitap, hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası… Aşk…Elif Şafak’tan arayışa, gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman. "

Kitabın kapağına aldanıp bildiğimiz tarzda bir aşkı okuyacak gibi düşünüyor insan. Oysa içinde çok farklı bir aşk var. Ella ve Aziz Zahara'nın adı her ne ise yaşadıkları şeyden daha önemlisi, kitap içinde kitap olarak aktarılan, Mevlana Celaleddin Rumi ile Tebrizli Şems'in gönül birliği, Allah ve insan aşkları bu kitapta beni etkileyen kısmı oldu. Detayları ile anlatılmamış olsada bel kemiği Sufizm romanda..


Tebriz'li Şems'in 40 kuralı var. Dikkatimi çekip hoşuma giden iki tanesini defterime yazmıştım..


'yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir'


'Hakkın karşına çıkardığı değişimlere teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye düşünme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden iyi olmayacağını?'


Kitapla ilgili yorumları okurken, biri dikkatimi çekti..ve yerinde buldum.


Kitap kapağının çok dişi olduğu ve erkek okuyucuların rahatlıkla ellerinde gezdirip okuyabilecekleri bir görünüşü olmadığıydı. Ayrıca içeriklede bire bir örtüşmüyor. Ve yazarın faydalandığı kaynakların bir çoğunun yabancı eserler olmasıda ilginç geldi..


Ben sevdim, keyif aldım okurken..Hani 'keşke bitmese her gece uyumadan önce okumaya devam edebilseydim'dedirtti..

18 Mayıs 2009 Pazartesi

kanatsız günler

Hüzünle yıkanıp, anlık mutlulukla kirlenmek..
Boğaz ağrısı gibi can yakıcı ve inatçı günlerden elenip, bir üfürükte kolayca uçuşmalıydı..
Hani ‘yarın’ diye bir şey olmadığını on bir sene önce bir gece yarısı öğrenmişti ya, peki ‘dün’ün okunmuş bir kitap sayfası olduğunu ve sadece bazı satırların akılda keskin bir şekilde kalabileceğini ne zaman öğrenecekti..kitap bittiğinde mi?
Yağmur yağsa yada burnu kanasa veyahut yavru bir köpeği sevebilse rahatlayacaktı..
Lavaboda birikmiş kirli bulaşıklar gibi can sıkıcı, sıkan ayakkabı gibi rahatsız eden, gece yarısı çalan telefon gibi huzursuz edici ittirdikçe gitmeyen günler..gibiydi zihnindekiler..
Metalimsi bir tadı vardı inancını yitirmenin..oysa, diye cümleler kurmanın..
Susmak ne güzel..’deniz’ gibi..
Beklemeyi hiç sevmedim ve melek figürlerini..daha önce söylememiştim..