14 Haziran 2009 Pazar

Ağustosta bir geceydi..

Aşk güzel şeymiş dedi Aslı, elindeki 'Piraye' adlı romanı balkondaki masanın üzerine bırakırken.. Biraz durgun biraz huzurluydu yüzü.Rüzgar içimi ürpertirken neskafemden bir yudum aldım ve şehrin yanıp sönen ışıklarına baktım, ne kadar yabancıydı bu şehir ikimizede.
_Çocukça, laf olsun diye... aşk, etkileyici bir parfüm gibi bir anda çarpar ve kısa sürede geçer etkisi, bir rüzgarlık işi vardır dedim..
İkimizde aynı ışıklara bakıp farklı şehirleri, o şehirlerde bıraktıklarımızı düşünüyorduk o sırada. Ne tuhaf ne sessiz ne kasvetli ne pişman bir geceydi.Kulağımın zonkladığı boğazımın ağrıdığı, aveadan nefret ettiğim, ayın kızıla tutulduğu, sanki sabahın hiç olmayacağı bir geceydi aynı zamanda..

O gecenin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Aslı benden epey uzakta, kollarını iki yana açsa asla kucaklayamayacağı kadar büyük bir şehirde, büyüyordu artık..
Ben ise avcumun içine sığacak kadar minik bir kentte günden güne yaşlanıyordum...
Asla sevmem dediğim bir şehri sevmeye başladığımı yada bulunduğum yerin hiç bir önemi olmadığını anladığımda belkide kalan tek ve son hayalimin içinde huzur bulduğum bir bahçede asma ağacının derme çatma gölgesinde Türk kahvemi yudumlamak olduğunu farkettiğimde yaşlandığımı hissettim..Tamda bana hiçde içten gülümsemeyen bir yaz başlangıcında..

Okuduğum kitapların sayfalarında, mayaladığım hamurlarda, yanlışlıkla geçtiğim kırmızı ışıkta, gökyüzünün kızıllığında hep içimden geçirdim’ hangi durakta ineceğini bilmeden yola devam etmek’ eğlenceli miydi , saçmamı yoksa boş vermişliğin rahatlığında mıydı..

Hiç bilmediğim bir şehrin sabahına uyanacakmışcasına huzursuzdum oysa Aslı elindeki kitabı masanın üzerine bırakırken..yeni bir başlangıcın bir adım gerisindeydim..
Ve henüz yaşlanmamıştım..

9 Haziran 2009 Salı

Uçurtma Şenliği


Bugün akşam üstü uçurtma şenliğimiz vardı. Sonuna doğru çocuklardan fırsat bulup uçurmanın keyfine bende varabildim. Uçutmamızın renkleri beni bozsada, idare ettim bu seferlik. Son aylarda katıldığım tüm organizasyonlarda kolbastı gösterisi izleyen ben, bugünde bu şerefe nail oldum :) Şimdi hatırlıyorum da, Orta ikinci sınıftayken müthiş bir lambada fırtınası esmişti. Lambadayla yatıp onunla kalkıyorduk. Kolbastı Lambadayı bile bastırdı :)

Gökyüzünde gördüğüm her şey bana özgürlüğü çağrıştırıyor. Onu tutan elden kurtulmuş bir balon yada gökkuşağı gibi..Uçurtmada bunlardan biriydi, ancak düşündüm ki, ipin birinin yada birilerinin elindeyse ve yönlendiriliyorsan ne kadar yüksekte olursan ol, sonsuzluğun kollarında dans edersen et, özgür olamasın. Sahte bir özgürlüktür yaşanan.

Bugünlerde uçurtma avcısı diye bir kitap okuyorum. Afganistan da geçen öyküde, çocuklar uçurtmaların iplerini cam kırıklarıyla donatıyorlar ve bir birlerinin uçurtmalarının iplerini havadayken kesmeye çalışıyorlar, yukarda kalan son uçurtma galip oluyor. Bu arada elleri kesilip kanayabiliyor.Uçurtmam uçarken bu geldi aklıma eğer öyle olsaydı en az üç uçurtmayı keserdim. Çünkü iplerimin dolanması sonucu bir o kadar uçurtma süratle yeri boyladı :) Birkaç defa alakasız yerlere takılıp ipimizin ve sonunda kuyruğunun kopmasını da sarı kırmızı olan renklerine bağlıyorum :) başka bir şeye değil..Sonuç olarak onlarcasını aynı anda gökyüzünde görmek çok keyifliydi. Çocukken yaşamadığım şeyleri şimdi yaşayabilmekde bir mutluluk..

Bu kadarcık yazıda dikkat etmeye çalışsam da on defa ‘uçurtma’ kelimesini kullanmışım. Sonuncusuyla birlikte on bir oldu :)


6 Haziran 2009 Cumartesi

Yoğurt Mayalama (serüvenim:)


Dün akşam flash diskimi karıştırırken neredeyse iki sene önce içine attığım bir ton ıvır zıvır resim ve müzik buldum. Birden o zamanlara döndüm, kötü olmayan hatta güzel hisler uyandırdı bende birazda içim burkuldu. Her ne ise bulduğum fotoğraflardan birkaçında amatör halime rağmen mayalamış olduğum yoğurt vardı. Hatıra diye daha çok da ispat için fotoğrafını çekip saklamış olmalıyım :)
Bazıları için basit bir şey olsa da evde yoğurt yapmak bence ciddi uzmanlık istiyor. Helsinki deyken birden heves gelmişti sorup soruşturmuş ama bilimsel veriye ulaşamamıştım mayalama ile ilgili. Tek söylenen sütün sıcaklığını serçe parmağınla kontrol et ne sıcak ne soğuk olmalı hafif yanmalı parmağın :)
1 lt lik kutu süt ile denemelere başladım, sütü kaynama aşamasına gelene kadar ısıttım. Kaynamaya başlarsa besin değerleri eksiliyormuş. Sonrasında serçe parmağımı defalarca süte sokup yanarak ölçüm yapıyordum. 1 lt süt için bir çorba kaşığına yakın yoğurt kullanıyordum. O yoğurdu süt ile çırpıp tatlı sıcaklıktaki süte karıştırıp hemen ağzını kapatmak ve etrafını sarmak gerekiyor süt hemen soğumasın diye. Yaklaşık 5 saat kadar kapalı kalan sütümüz uykudan uyanınca yoğurt olmuş oluyor :)
İlk denemelerimde çok sulu hatta cıvık bir yoğurt elde etmiş üzülmüştüm. Bu işi fena halde hırs yapmıştım. İnternetten yaptığım araştırmada sütün sıcaklığının yanılmıyorsam 40 küsür derecede olması gerektiği gibi bir şey okumuştum. Sonunda aradığım bilimsel bilgiye ulaşmanın sevinciyle tekrar mayalama işlemine giriştim. Sütü kaynatıp sıcaklık derecesini ölçmek için içine ateş ölçtüğümüz civalı termometreyi soktum. Tabi sokmamla patlaması bir oldu :))
Sütün içine civa ve cam parçaları saçıldı. Kısa süreli şoktan sonra çok güldüm kendime. Tam yurdum insanı modundaydım :)
Toplam 3_4 deneme sonrasında bu gördüğünüz muhteşem taş gibi az sulu yoğurdu mayalamayı başarmıştım. Hayatımda beni bu denli mutlu eden nadir şeylerden biri olmuştu. Başarmıştım. Şimdi bile bu satırları yazarken aynı hazzı hissettim :)
Sanki ilk defa ben keşfetmiştim sütün uyuyup yoğurt olma mucizesini..
Unutmadan ekleyeyim, yoğurdun mayalandığı gün hiç ellemeden buzdolabına alırsanız ertesi güne iyice kıvam aldığını görebilirsiniz .Demek sadece hırs yapmışım kendime layıkıyla başarınca da o günlerden sonra bir daha bu işle uğraşmadım..
Burada da hatıra olarak kalsın istedim sevgili canım yoğurdumun :)
Fotoğraftaki yoğurt kabını görünce aklıma Helsinkide aldığımız yoğurtlar geldi. Bizim Türk yoğurdunun kabının üstünde, pala bıyıkları en az 20 cm olan yaşlı köylü bir adam, Yunanlıların yoğurdunda ise yaşlı cadıya benzer bir kadın resmi vardı :)
Ben bile Türkiye’de o tip pala bıyıklı adam nadir görmüşken Avrupalı her gün o yoğurt kabında bize yakıştırılan bir tiplemeyle bizi görüyordu!.

Hani derler ya pirinç pilavını iyi yapan, tüm yemekleri iyi yapar diye, bu ne kadar doğru bilmiyorum ama kadının hası yoğurdu böyle mayalar deyip :)) mutlu hafta sonları diliyorum..
 

3 Haziran 2009 Çarşamba

Bin Muhteşem Güneş

Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde yaşar. Afganistan'ın Khaled Hosseini'de yaşadığı gibi...Bin Muhteşem Güneş, ilk romanı Uçurtma Avcısı'yla tüm dünyada inanılmaz bir başarı yakalayan Hosseini'nin ikinci romanı. Yazar bu romanında da yine doğduğu toprakları anlatıyor. Bu kez iki kadının kesişen yaşamları ve dostlukları üzerinden...Küçük yaşta evlendirilen kızlar, çocuğu olmayan kadınlar, babaya ya da çocukluk arkadaşına duyulan, geçmişe gömülmüş aşklar...Khaled Hosseini, hasreti, dostluğu, aşkı ve insanlığı en iyi anlatan yazarlardan. Başarıyla kurduğu olay örgüsüyle, çıkmaz yolların nasıl düzlüklere açılabileceğini gösteren yaratıcı bir kalem.Bin Muhteşem Güneş, kelimenin tam anlamıyla "beklenen" bir roman...

Bugüne kadar okuduğum hem konusu, hem anlatımı, kurgusu, olaylar arasındaki geçişi bakımından en güzel en etkileyici kitaplardan..'Bin Muhteşem Güneş'

Her şeye rağmen kadın olup yaşamak..Heleki yoksulluğun, savaşın, hiçe sayılan kadınlık onurunun, suskunluğun, korkunun, şiddetin ortasında sevme sevilme hatta söz hakkı olmadan Taliban rejiminin ürpertici çağ ve insanlık dışı atmosferinde yaşamaya çalışmak..kadın olmak..yinede ülkesinde bin muhteşem güneşi görmek..
Kadın olmak..zor olanı içindeki güç ile başarmaya çalışmak..