30 Aralık 2010 Perşembe

Yaprak dökümü bile bitti, 2010 bitmesin mi :)

Bir tane kırmızı ışığa takıldın mı arka arkaya gerisi geliyor..Hayat da öyle yeşili de kırmızıyı da zincirleme yaşatıyor...


Muhasebeyi, bilançoyu sevmem. Gerekli ama sıkıcıdır. Bu sene için söyleyebileceğim tek şey çok çabuk geçtiği..Üzüldüğüm şeyler derin sevindiklerim sabun köpüğüydü sanki..
Yeni bir yıl mutluluk getirsin denir..elbette getirir..ancak acılarıda beraberinde..
Salt mutluluk olmaz ki..
Öyleyse umalım, dileyelim..çiziğimiz yaramız beremiz az olsun bu yeni yılda.
Sağlıklı olalım..Güler yüzlü olalım..
Ve cumartesi sabah uyandığımızda başımıza sihirli değnekle vurulmayacağını bilelim :)
Rakamlar çabuk değişiyor..Hayatlar ise zor..Hele insanlar çok zor :)

Adettendir, MUTLU YENİ YILLAR..

28 Aralık 2010 Salı

HUZUR veren Mutlu eden kareler..




sevdiğim, gördüğüm an mutlu olduğum, huzur bulduğum şeylerden bazıları..hepsinde ben ve tebessümlerim var :)

23 Aralık 2010 Perşembe

Bir dilim musiki (+30:)




Bir gece, şehrin yanıp sönen ışıklarına bakarken dinlenmesi tavsiye olunur :)

o gece çok mutlu çok neşeli ve aşk sarhoşuysanız dinlemeyin :)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Fobisi olan gelsin :)

Herkes bir şeylerden korkar ama fobi halinde olması için vücudun istem dışı reaksiyon vermesi gerekir. Fobilerin nedenlerini bulmak için yine çocukluğa bilinç altının derinliklerine iniliyor. Ve illaki bir şeyler bulunuyor :) sağ olsun Freud’un psikanalitik yaklaşımı olmasa ne yapardık.
Geçenlerde tv de bir psikolog fobilerle ilgili konuşuyordu. Bilinen en sık görülen fobiler hayvanlarla ilgili olanıymış.
Kedilerden ciddi derecede korkan hastasını incelediğinde kısa süre sonra bunun nedenini bulmuşlar.
Baba şefkatinden sevgisinden eksik büyümüş! Nedense her taşın altından da baba sevgisi eksikliği çıkıyor.
Bu hasta kız kedi figürlerine bile bakmaya tahammül edemeyecek kadar korkuyormuş. Doktorun yaklaşımına göre kız küçükken bir defasında kediden ürküp babasına doğru siniyor ve babası da onu sakınıyor böylece baba şefkatinden eksik büyüyen kız o şefkati tekrar tekrar bulmak için kedilerden kaçıyor.zamanla bu iş çığrından çıkıyor tabi..
Sonuç olarak korkunun ilk ve en temel kaynağı bulunduktan sonra tedavi süreci çok kısa zaman alıyormuş.

Gelelim bana bildiğim ve fark ettiğim üç tane fobim var.ilki ve en önemlisi ve gerçek anlamda fobim olan bir hayvan. Yani bende aynen o kız gibi o korktuğum iğrendim vs. şeyin resmine bile bakmaya tahammül edemiyorum. Onun bulunduğu bir odaya milyar verseler giremem dokunmak mı mümkün değil. Çığlık çığlığa kaçarım :)

Bu kendimi bildim bileli var ve nedenini gerçekten bilmiyorum. İşin enteresan tarafı normal insanlara göre asla korkulmayacak bir yaratık, hatta sevimli. Iyyy diyorum burada :)) ve bunun ne olduğunu tabi ki söylemeyeceğim, bilen sayılı insan vardır hatta onlar bile ileri derecede fobi olduğunu belki çok farkında değiller. Elimden geldiği kadar gizli tuttum bunu tabi ani reaksiyon verdiğim çok olmuştur ama ört pas etmeye çalıştım hep. Bunun nedeni zayıf yönümün bilinmesini istemeyişim. Şimdi düşününce benimkinin altında da mı baba sevgisi noksanlığı var bilemiyorum. Yani benimki korkup kaçıp sığınılacak bir canlıda değil neden böyle oldu küçükken ne yaşadım bilmiyorum ama şimdi bile bu konu üstünde durunca saç diplerim karıncalanmaya başladı :)

Gelelim ikinci fobime bu daha alt kademede diğerine göre..kapalı ortam korkusu. Son yıllarda iyice artmaya başladı..Ezelden beri soyunma kabinlerini toplu taşım araçlarını dar odaları sevmezdim yada asansörleri ama yine de katlanabiliyordum. Bu durumun ciddiyetini 3 4 sene önce mr çektirmem gerektiğinde anladım. O mr cihazına tüm bedenimle girip debelenerek dışarı çıkmam bir olmuştu :)
Sanki bir el boğazımı sıkıyor kalbim dışarı çıkacak gibi oluyordu. Defalarca denedik ama olmadı mezardan farksızdı. İçinde yeterince hava dolaşımı var sorun bu değil orada kapalı sıkışmış olarak kalmak fikri. Asla kendime söz geçiremedim vücudum kendi reaksiyon veriyordu. Neticede birkaç gün sonra doktorun verdiği bir sakinleştirici ilaçla zar zor girip yirmi dakika dayanabildim. Geçen gün asansörde kaldım birkaç saniye içinde kalp atışlarım tavan yaptı resmen kırmızı alarm veriyordu vücudum.. nefesim kesilmeye başladı bayılacak gibi olduğumda asansör çalıştı ve kurtuldum :) Buna benzer durum sinema salonunda da gerçekleşti. Oradan çıkamayacak olma endişesi karanlık sıkışmışlık poffff düşününce bile daralıyorum..

Ve üçüncüsü yükseklik korkum. Bu biraz daha az diğerlerine göre ama 6. katan bile aşağıya rahatça bakamıyorum. Asla çamaşır falan seremem. Yüksek binalarda cam kenarına yaklaşamam. Uçaktan felaket korkuyordum ancak bine bine biraz olsun rahatladım hala sevdiğimi söyleyemem. Uçağın tekerleri yere deyince ağlamakla gülmek arası olurum ve şükrederim Allaha. Aynı zamanda uçak dar ve kapalı olduğu için çifte kavrulmuş oluyor benim için. Bağırmak çığlık atmak istiyorum..ben ben olmuyorum yani :)
Şimdi bu korkularımın nedenlerini elbette bilmiyorum aslında özellikle ilk ve en kötü ciddi fobim için bir uzmanla görüşmeyi istiyorum. Bende merak ediyorum bunda da mı babam suçlu :))


Son olarak öyle enteresan korkular var ki benim ikinci ve üçüncü olanları oldukça sıradan kalıyor. Mesela fıstık ezmesinden korkanlar varmış damağına yapışıp öldürecek diye..yada cep telefonsuz kalmaktan, kapalı olmasına bile tahammül edemiyorlarmış. Meyvelerden korkanlar ve banyo yapmaktan korkanlar da var.

Korkarım ki korkular çok korkutucu oluyor :)

15 Aralık 2010 Çarşamba

PETA gönüllüleri soyundu! da ne oldu..

Her yerde PETA (hayvanlar için ahlaklı yaklaşım..örgütü.. Dünyanın hayvan haklarıyla ilgili en büyük organizasyonu..kendimde üyesiyim mail grubuna dahilim) kızları soyundu başlığıyla gündeme geldiler . Zaten soyunmasalar zerre kimsenin ilgisini çekmeyecekti ellerindeki 'sadece hayvanlar kürk giyer' yazılı pankartlar.

Gerçi dikkat pankartlarda değil kızlardaydı.
muhabirin sorduğu sorulara halkın cevapları komik cahilce üzücü başka ne desem bilemiyorum.
BİR TEYZE DİYOR Kİ: BANA DA ÇOK PARA VERSELER SOYUNURUM!
BİR DİĞER TEYZE: NE KÜRKÜ HAVALAR SICAK KÜRK MÜRK GİYEN YOK!!
GENÇTEN BİR DELİKANLI: AĞZININ SUYU AKARAK..EVET ONAYLIYORUM DİYE SIRITIYOR..
BİR BAŞKA ADAM: YİNE SIRITARAK, ÜŞÜYORLARSA KÜRK GİYSİNLER DİYOR!! (TERBİYESİZ)
BİR DİĞERİ: YİNE SIRITARAK SOYUNARAK DİKKAT ÇEKTİKLERİ DOĞRU BİLİYORSUNUZ BİZİM TÜRK ERKEKLERİNİ!! DİYOR.
YİNE BİR BAŞKA ADAM: NE YAPIYORLAR ANLAMADIM HAYVAN TAKLİDİ Mİ ? DİYOR..

güler misin ağlar mısın..

Bu kürkler için ölmüş hayvanların postlarından faydalanılmıyor..olay burada zaten..derisi zedelenmesin diye dövülerek elektrik verilerek sersemletilip canlı canlı yüzülüyor..o zavallı hayvanların çektikleri acıyla çığlıklarını duysanız..
Bunun dahası yok.
Peta veya başka kurluşlar istediği kadar eylem yapsın ülkemizde ancak bu şekilde yorumlanır işte.
Kürk giyen giydiren seven herkesten nefret ediyorum..

7 Aralık 2010 Salı

Yeni yıl yaklaşırken..



Yılın en sevdiğim dönemidir yeni yıla yaklaştığımız bu dönem. Kar yağar hava buz gibidir ışıl ışıldır caddeler..Ama bu yıl bu duyguya kapılamadım hava biraz daha soğusa da hala sonbahardayız sanki..mevsimler duyguları da etkiliyor ve anıların taze kalmasını sağlıyor.Ne acı ki ben hala sonbahardayım..
Kış düşlerimle uyanmak istiyorum artık..
Bir sabah uyandığımda her tarafın karlarla kaplı olmasını istiyorum..Havada mutlulukların asılı olmasını..simli kar tanelerimi cama asmak altında yanan mumlarla parıldamasını seyretmek istiyorum geceleri pencerenin önünde..ve burnumda buram buram kayısı yağının aromasının kokusu ile..
Her şey yitip gidiyor ama mevsimleri kaybedeceğimizi hiç düşünmemiştim..hele ki en sevdiğim mevsimi..




yeni bir yıl ne getirir bilinmez ama eskilerden güzel olan şeyleri kaybettirmesin..
noel baba çok yaşlı ve sıkıcı, kardan bir adamın kar tanesi bir kolye getirmesini diliyorum :)
hiç olmazsa bir gün atkımı dolayıp boynuma kaybolan en sevdiğim eldivenimin tekini de bulup karda yürümek istiyorum.


yeni yıl dilekleri için erken sayılmaz..kardan adam size ne getirsin?



2 Aralık 2010 Perşembe

Ah, biz kadınlar :)

Bu kadar karmaşık olmak zorunda mıyız :)
Oysa erkekler otomatik vites gibiler bastılar mı dümdüz giderler..Bir şeyin ortası yoktur onlarda ya evet ya hayır ya vardır ya yoktur ya gaz ya frendir :)

Bizler ise, devir almamız bir dert hava durumu yol durumu ayrı derttir. Ottan kuştan etkilenir kafamızda hep kırk tilki döner, her şeyin en ince ayrıntısına kadar planladığımız gibi olmasını isteriz..zamanla yarışır, zamana güvenmez hiç bir şeyi zamana bırakmayız..
Kaçan bir çorap, bulunamayan küpenin teki, arabanın benzin işaretinin yanıp sönmeye başlaması hepsi derttir..(kendi adıma:)
kısaca kadınlar yola çıktıkları an vardıkları yerde park yeri bulup bulamayacaklarını düşünürken, erkekler için böyle değildir, onlar park etmese de olur yolun ortasında bırakıp giderler :)
bu park meselesini hayatla da ilintileyebiliriz..
keşke bizler de karnımız tokken elimizde tv kumandasıyla dünyanın en mutlu insanları olabilsek :))

**Bu sabah
stiletto'da yayınladığım yazımı burada da paylaşmak istedim :)






29 Kasım 2010 Pazartesi

İtalyanca aşk başkadır, yurt dışında Türk Olmak da hele bir de mim cevaplamak..bam başka :)

Sevgili ASTREA aşağıda yazacağım konuyla ilgili yazmamı istedi. Buna blog aleminde mim deniyor:) hani hala bilmeyenler varsa diye söylüyorum..Üç yıldır sayısız mim cevapladım ve pasladım, ben seviyorum bunu yapmayı. Hoşlanmayanlara da saygı duyuyorum..

konumuz:

Kitaplığınızın karşısına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin.Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın.55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın.



Uzun süredir yüzüne bakmadığım hatta yarım bıraktığım bir kitap çıktı şansıma.

İTALYANCA AŞK BAŞKADIR..




Ankara, Dost kitabevinden alalı dört yıl kadar oldu. İlk kez okuduğumda neler düşünüyordum hatırlamıyorum ancak ben bu kitabı Helsinki'de her sabah kızımı oyun okuluna bıraktıktan sonra gittiğim bir cafede okuyordum. Sanırım oradan taşındıktan sonra da yarım bıraktım. Bugün kitabı seçip elime aldığımda arasında bir şeyler olduğunu farkettim. Bir fotoğraf, o cafeden demek ki bugünler için hatıra olsun diye aldığım bir peçete ve kızımın disney kahramanlı mektup kağıtları vardı içinde. Bir anda o günlere uzandım tuhaf hissettim ama hoş bir tuhaflıktı.

İçindeki fotoğafı ve o günü çoktan unutmuştum bu vesile ile anımsayana kadar.

Türkiye Finlandiya futbol maçı sonrasıydı..Salon futbolu turnuvasıydı. O akşama dair hatırladığım Hrant Dink suikastının olduğu akşamdı haberlerde duymuş sonrasında apar topar maça yetişmek için çıkmıştık. Ermenistan takımı tribünde hemen yanımızda maçı izliyorlardı bu da kalmış aklımda.

Koca spor salonunda en fazla otuz Türk taraftar vardı. Ve hepsi karşı tribündeydi :)

Bizim yerimiz Finlilerin arasındaydı. Yanımızdaki arkadaşlarımızın ya karıları ya kocaları finliydi, buna rağmen çocukları kırmızı beyaz giymişti, ben bile bunu düşünmemiştim giderken sadece kızımın boynuna küçük bir Türk bayrağı asmıştım.

İlk dakikalarda gol yemiştik neredeyse ağlayacaktım Yurt dışında olunca Türklük damarın fazlasıyla kabarıyor :) Sonra arka arkaya gol atmaya başladık neredeyse inip futbolcuları öpecektim :)

Bu duyguda anlatılmaz yaşanır cinsten. Uzun uzun zaman neredeyse etrafında hiç Türk hatta esmer insan göremiyorsun sarılıp öpmek bile az gelir tutup bağrına basmak istiyorsun :))

Ben orda o duygu seli içerisindeyken hemen arkamızdaki alkollü Finli sürekli bağırıp muhtemelen küfrediyordu. Bizde her gol atışımızda onun burnunun dibinde hoplayıp zıplayıp TÜRKİYE diye bağırıyorduk. Bizim tarafta sesimiz o kadar cılızdı ki :) Asıl ekip karşıdaydı..

Allahın emri maçı kazandık :))

o otuz kişilik Türk Grubu ceddin deden neslin baban diyerek salonu terk etti bizde de bir keyif sormayın. şu anda bile o anları anımsamakla kocaman gülümsüyorum.

O maç akşamı medeniyet denen şeyin nasıl bir şey olduğunu bir kez daha farkettik. Tam tersi bir şekilde olsaydı Türk taraftarın arasında beş altı Finli olsaydı ve maçı onlar kazansaydı ve hoplayıp zıplayıp bayrak sallasalardı ne olurdu? :)

Biz gayet rahat izledik maçı hiç bir sıkıntı duymadık ne kötü bakış ne taciz hiç biri olmadı.

Bulduğum bu fotoğraf işte o akşamdan kalma.

beş çocuk bir Finli bir Türk adam ve bir adet Türk kadın (o ben oluyorum)

Diğer iki adam arkadaşlarımız ve yanımızdakiler çocukları..yüzde yüz yerli tek çocuk bizimkisi :)

Aslında çok güzel bir tablo maç sonu Türk bayraklarının arkasında poz veriyoruz bir Türk arkadaşımızın Finli eşi kendi bayraklarıyla mutlu bir şekilde yanımızda çocuklarıyla yerini alıyor :)

Kitapla ilgili mim yazacaktım içinden çıkan fotoğrafa yoğunlaştım birden neyse buda öyle bir şey olsun :)
evet mim'in yerini bulması için 55. sayfadan bir paragraf yazmam gerek..
Mario da o yılları özlem, pişmanlık ve sevgiyle anıyor olmalıydı. Öyle olmasa Nora'nın verdiği anahtarla usulca kapıyı açıp yatağına gelir miydi? Karısının uyumasını bekleyip o sessiz meydanı geçer miydi?

Bu kadar yeter.. hazır yazmışken kitap hakkında yorum yapayım istiyorum ama çok bir şey kalmamış aklımda hem de yarım bırakmışım. Ama Maeve Binchy'nin kitapları genel olarak sürükleyici ve güzeldir..

İşte benim kitaplığımdaki kitaplar böyledir. İçinden ne çıkacağı belli olmaz sürprizlerle doludur. Bu hoşuma gidiyor zamansız bir zamanda eskide kalmış bir şeyleri bulmak ve o günlere dönmek :)

Bu defa bu mim'i kimseye paslamıyorum. Top bende :)

26 Kasım 2010 Cuma

En iyi Güney Kore filmleri karşınızda


Bir aydır kore filmi izleyememiştim(evet büyük kayıp, müptelası olanlar bilir bunun ne demek olduğunu:) Bugün 'a frozen flower'ı izledim. (ayazda bir çiçek) 2008 yapımı dram aksiyon türünde. Çok beğendim adeta hiç ara vermeden soluksuz izledim. Klasik kore filmi tadında değil, eski dönemde sarayda geçiyor. çok enteresan konusu var tamamen detay verip büyüsünü bozmak istemiyorum. Ha bir de filmde +18 ibaresi var izlemeden önce uyarıyorlar:) kral kraliçe ve kralın koruması arasında geçen aşk üçgeni diye çok basit özetleyebilirim. eşcinsel bir ilişki de mevcut. bence unutulmayacak filmlerden sadece kore filmi sevenlerin değil herkesin izlemesini tavsiye ediyorum..aşk adama neler yaptırıyor görün :)


gelelim en iyilere:


ilk sırayı 3 IRON (boş ev) alıyor..bu aynı zamanda ilk izlediğim güney kore filmi..diğer tüm filmlerden farklı. neredeyse hiç konuşma yok. Konuşmadan da anlaşılabileceğin ıspatı..müthiş bir film..konusuna değinmiyorum, izleyin diyorum o kadar :) işte aşk bu! dedirtiyor..


ikinci izlediğim , hemen hemen her güney kore filmi izleyicisinin bildiği yada yolunun muhakkak geçeceği :)


'a moment to remember' 2004 romantik dram..özetle aşkın fedakarlık olduğunu anımsatıyor çok dokunaklı bir film hatta sonunda baya bi gözlerim dolmuştu..
evet bu da mutlak izlenmeli..
şimdi de sıra kore filmlerinin önde gideninde.. my sassy girl (hırçın sevgilim) 2001 dram romantik komedi..




bakarsanız eğer en iyi ilk on listelerinin hep başındadır ama benim için öyle değil. tamam güzel film ama bilmiyorum..epey oldu izleyeli ama üzerimde etkisi yok :) yine de izleyin iyi bir kore filmi takipçisi olacaksanız ..izlemeyeni döverler :))
işte benim enn sevdiklerimden DAİSY (papatya) 2006 romatik dram

kore filmlerinin genel bir çizgisi vardır aşkın farklı hallerini işlerler masumdur acıklıdır ve çoğu ağlatmadan bırakmaz :)
işte bu film tam tanıma uyuyor, epey ağlamıştım sonunda :)


izlemeyen hata eder..

More then blue (hüzünden öte) 2009 yapımı dram romantik..
işte tadından yenmeyecek bir film daha :) içinize dışınıza her yerinize işliyor.
aşk bu mu sevda bu mu hayatttt bu mu diyorsunuz :)


ADSIZ KILIÇ 2010 AKSİYON DRAM
harika bir film, hem aşkın hem aksiyonun olduğu eski dönemleri yansıtan saraylı krallı kraliçeli entrikalı kılıçlı kalkanlı kanlı filmleri çok sevrim hele böyle bir filmin içinde muhteşem bir aşk da varsa..kraliçe ve ona ölümüne sadık korumasının aşkı :) bu filmde de ağlamıştım galiba..
kaçırmayın bunu..

ve yine ilk on listelerinde yer alan OLD BOY (İHTİYAR DELİKANLI) 2003 psikolojik gerilim aksiyon diyebiliriz.. ayrıca ödüllü bir film.

başta çok sıkıcı geliyor ama devamı hatta sona doğru zirve yapıyor. hayatta birinden alınabilecek en iğrenç en kötü intikam alınıyor. söyleyip filmi katletmek istemiyorum. insanın sinirlerini bozuyor tüylerini diken diken ediyor acayip bir film.


izleyin veya izlemeyin diyemiyorum. neyse izleyin :)

Bir milyonerin ilk aşkı (a millionaire's first love) 2006 dram romantik..en sevdiklerimden..
aslında tıpkı my sassy girl gibi liselilere daha uygun bir film gibi :) ama çokkk güzelll..bu da Türk filmi kıvamında. Klasik kore filmi seviyorsanız mutlaka izlenmeli..sonu çok acıklı duygu yüklü daha ne diyeyim..

Sunflower (ayçiçeği) 2005 aksiyon dram
zamanında hata yapmış ama artık normal bir yaşama geçmek isteyen geçmişi silmiş düzgünce yoluna bakmak isteyen biri ancak böyle yoldan çıkartılır ve kasıp kavurur ortalıgı :)
yürek sızlatan yapmayın bu kadar da olmaz dedirten bu filmde izlenmeli..



listemde geriye iki film kaldı ama yoruldum zaten iki filmi de izlemeseniz de olur :)
hatta izlemeyin diye yazıyorum..zaten biri blogda mevcut SAD MOVİE (ACIKLI FİLM) evet çok acıklı yerleri var ama Türk filmi ötesi bir şey..tamam canınız çok ağlamak istiyorsa izleyin ağlar ve unutursunuz hepsi bu kadar :))
diğeri tam bir zaman kaybı ..THE DAY BEFORE.. yani şu üstteki filmleri izleyip sonra bu filmi izlerseniz asla beğenmezsiniz. yer ve mekan çok güzel konu da fena değil ama bayıcı bir film..izlemeyin bunu :)
işte şimdilik hepsi bu.Benden nasıl sinema eleştirmeni olur bilmiyorum :)))
böyle arşivi de her yerde bulamazsınız. Daha önce hiç kore filmi izlememiş
olanlara da söyleleyeyim felaket bağımlılık yapıyor ona göre :)
**en iyi kore filmleri listemi yapıp google'da ilk sayfada yerimi aldım:) google'dan bularak gelenler şanslısınız..ben tüm bu filmleri bulmak için epey zaman harcadım:)
devamı gelecek..



http://www.elifnikahvebebeksekerleri.blogspot.com/

 
 
 
 
 
 

25 Kasım 2010 Perşembe

Yeşil bir zeytin tanesi..





Seviyorum seni
Ekmeği tuza banıp
Banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa
Su içer gibi
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken
Büyürken görürüm gülüm
Her sabah yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum ellerinin
Değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum
Dağları gülüm
her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz alır beni..
Sözler, Nazım Hikmet ve İlhan Berk'e ait..Müzik Onur Akın..
uzun zamandır dinlememiştim bugün Onur Akın'ı gördüm tv'de bu şakıyı söylerken.
Bu nasıl sözler ve onu bütünleyen müziktir ki..hiç eskimeyen ve eskimeyecek olarak kalabilen..
Tüm güzel duyguları içinde barındıran, her dinleyişinde pırıldayan bir etki bırakan..
en sevdiğim kısmı, yeşil bir zeytin tanesi, bir parça mavi deniz alır beni..
Tebessümle..

22 Kasım 2010 Pazartesi

New York'ta beş minare ve sinema izleyicisi üzerine..

Filmi dün izledik. Her şeyden önce benim için bir özelliği var o da çok uzun zamandır ilk defa beraber sinemaya gittik eşimle :) Gitmez olaydık diyeceğim ama bu filmi beğenmediğim için değil bilakis beğendim. O nasıl bir izleyici kitlesi! küçük bir salonun en az yarısı dolu ve bu doluluğun neredeyse üçte biri ilk okul çağındaki çocuklardı. Kızım da arkadaşları gittiği için gelmek istedi ama söz konusu bile olmadı. Film ilerledikçe ne kadar doğru karar aldığımız ortaya çıktı. Kesinlikle çocukların anlayabileceği türden değil ve fazlasıyla şiddet var.

Kendi adıma ilk on dakika neredeyse bayılacaktım, dışarı çıkıp çıkmamak arasında gelip gittim. Lafta değil cidden panik atak yaşadım, zaten kapalı alan fobim var duvarlar üstüme geliyor canım boğazıma geldi :) O nasıl yüksek ses kulaklarımı tıkadım çatışma anlarında :) diyeceksiniz ki bu bir sinema öyle olur :))
ilk defa gitmiyorum gayet iyi biliyorum ama bu öyle böyle değildi sanki yanımda oluyordu her şey :)
bir yandan yanımdakilerin mısır patlağı yerken çıkarttıkları ses önümdeki çocukların kıpırtısı arkamdakilerden gelen kötü kokular allahım tam bir felaketti. Film izlerken yiyecek içeçek yasaklanmalı bence..

Hele o çocuklarıyla gelenlere ne demeli! ha bir de hemen yakınımdaki iki kadının ani refleksleri :)) final sahnesinde filmdekilerden daha çok şok olup çığlık attılar hahhah

neyse gelelim film ile ilgili yorumuma; aksiyon sahneleri çok iyiydi, amerikanvari başlayıp Türk filmi tadında bitti biterken beni de bitirdi evet itiraf edeyim hüngür hüngür olmasa da ağlattı beni :) söz konusu ana baba ayrılık memeleket özlemi olunca dayanamıyorum.
Mustafa sandal harikaydı, polislik çok yakışmıstı kerataya :)
Diğer oyuncularda öyle hepsi seçmeceydi..Ah bir de Mahsun kendi oynamasaydı..sesi ve görüntüsüyle kirletmeseydi filmi.
New york manzarası mükemmeldi..yer yer tutarsızlık, saçmalıklar vardı elbet her Türk filminde olduğu gibi. Bir çok şey kısıtlı zamana sıkıştırılmıştı. İslam dininin hoş görü dini olduğu çok güzel işlenmiş. Mekanlar çekimler çok güzeldi.
Mahsun'u sevmem ama ön yargılı olup ıyyy asla demem. Adam yapmış bir şeyler ve Türk filmi standartlarına göre oldukça iyi bir film. Net olarak eleştireceğim şey ise amerikalıların konuşmalarına Türkçe dublaj yapılması. o kısımlar alt yazılı olmalıydı..Beklentiyi çok yüksek tutmayın ama izleyin..
izleyin , izleyin..
ben tamamdır, diyorum :))

13 Kasım 2010 Cumartesi

Rek-lam..STİLETTO'ya göz atın..yeni bloğumuz..


STİLETTO 'Yeniden dünyaya gelsem, yine kadın olmak isterdim' diyenler için..

Yazar arkadaşlarım Aylin ve Pınar'a katkılarından dolayı teşekkür ederim :)

Ne na nana

4 Kasım 2010 Perşembe

Güne iyi başlama şarkısı 2 :)



Klipte 10 yıl sonraki halimizi görüyorum..
Minik fok büyümüş ama ben o kadar yaşlanmamış :))
ikinci bir cadı daha gelmiş..
dans konusunda eksiğimiz yok fazlamız var, neşeli çılgın bir anne olmaya devam.
sadece minik fok ve ben olsak da olur..
mutluluk bu olsa gerek.
Ruhumuz genç kalsın..bize bir şey olmazzzzzzz..

3 Kasım 2010 Çarşamba

Güne iyi başlama şarkısı

Tebessümle uyuyup tebesümle kalkmış gibi..

Nedensiz kendini iyi ve enerjik hissetme durumumun olumsuz her hangi bir şey olup kaybolmamasına dua ederek başladım güne..
Bilinç altı kumbaramı döküp saçmam gerek yere, varsa bu halimin nedenini bulmak için. Bu kumbaram çok zengindir bildiğiniz gibi değil :)

Bu şarkı da cabası..
Mermaids (deniz kızları) film müziği ayrıca. Müziği filmden daha güzel söylememe gerek yok.
Güne iyi başlamak için bir doz almanız yeterli.
Klipte minik fok ve annesini izleyeceksiniz :))






2 Kasım 2010 Salı

Ruh hali 8

Öfke duyduğun insanları sevmek ya da sevdiğin insanlara öfke duymak aynı şey mi?

Asla çok yaklaşmayacaksın, çok sevmeyeceksin..takip mesafeni koruyacaksın..Oysa bu kaç yürek hızıdır bilemezsin.
Cama vuran yağmur taneleri, bir sonbahar yaprağının kayıp düşüşü, ayağının altında kıtırdayan kar yada yıldızlara bakarken duyduğun hisler herkesle aynıdır belki.
Ama kırgın bir vücudunuz daha önemlisi kırgın bir ruhunuz varsa herkesten farklı bir şey hissedebilirsiniz.
O his, soğuk akşamların kömür kokusu gibidir, genzinizi yakan. Buruk ve acı. Hüzünlü bir tat.
Gözlerini dolduran, herkesten her şeyden uzaklaştıran.
Yanımda annem olsun, bana bir şey olmaz! Dedirten..




1 Kasım 2010 Pazartesi

Deniz^e çiçek at..bekliyorum.



Yeni keşfettim, bayıldım bu şarkıya. Günce Yorgancılar söylüyor, diğer şarkıları da çok güzel. Ama ben bunu seçtim ..
haydi hep beraber, nakarat!

Madem senle olamıyorum
arabayı köprüde bırakıyorum
arkamdan kimse ağlamasın
denize çiçek at bekliyorum :))





1..güzel bir hafta dilemenin kimseye faydası olur mu? :)
2..you tube açılmış haberim yok.

26 Ekim 2010 Salı

Doğruluk mu? Cesaret mi?

Ölümle yaşam arasındaki çizgidir demir raylar. Çoğu kez hayallerin ezilir o raylarda.
yalan ile gerçeği, arkadaşlık ve dostluğu da ayıran odur.
Bu çizgi üstünde yürürken heyecan ve korkuyu aynı anda yaşarsın. Bu duygu yeniler adeta seni.
ve elinde başka bir el varsa meydan okuyabilirsin dünyaya.
Beraber adımlarken rayları, tren görünür.
doğruluk mu?
cesaret mi? diye sorarsın gözlerinin içine bakarak. Eller iyice kenetlenmiştir.
Beklediğin cevap gelir..
'cesaret'
gülümsersin kocaman..


Eli tutmak değil, tren süratle üzerine gelirken bırakmamak cesarettir!
sevgidir, bağlılıktır..



23 Ekim 2010 Cumartesi

Kadın mİLLETİ

Kadın milleti, çoğu kez illet oluyorsunuz. Yediğiniz şeylerin tariflerini alıp ağzınızı yaya yaya yorum yapmaktan, dönüp dolaşıp doğum hikayelerinizi anlatmaktan ve caanım! çeyizlerinizi övmekten başka bir şey bilmiyorsunuz.Beynimi oydunuz nerden düştüm aranıza.
ayy şekerim ile başlayan skeçler gibisiniz.
tamam oturup atom fiziğinden bahsedelim demiyorum ama, yapmayın böyle..az konuşun, akıllı olun! canımı yiyin :)))

daha kapsamlı yazabilirim, malzeme çok ama dua edin kol kırılır yen içinde kalır felsefesini benimsemiş biriyim :)

21 Ekim 2010 Perşembe

Minik hediye kutuları yaptık ^-^


Üstteki mavi çiçekli nazar boncuklu olanı minik fokumun ilk çalışması :)

Bu fon kartonundan olan ise ikinci çalışması :)

Kağıttan kayık yapmak için çıkmıştık yola bunları yaptık :)
sadece koyu pembe olan fon kartonundan diğerlerinde renkli A4 kağıdı kullandık. Elbette fon kartonundan olan kalın olduğu için amacına daha uygun..
iç kısmı 20*20
dış kapak 21*21 boyutlarında.
süslemeler ise tamamen hayal gücümüzün ürünü..
Mutluyuz guruluyuz :))

20 Ekim 2010 Çarşamba

Azul AZUL la bomba

Sevgili arkadaşım funda zorla kendisini mimletti :)
hayatının fon müziklerinden birine bayıldım bende. Minik fokumla dinlemeye başladık. Şarkının içinde sürekli seksi kelimesi geçiyor..
bunun üzerine minik fokum (henüz 7.5 yaşında) söylenmeye başladı..

**bu hindistan cevizi ülkesi müziği mi?..seksi meksi anladık..niye sürekli seksi diyor..seksiysen seksi bizim suçumuz mu :)) diye.

kıs kıs gülüyorum..

ardından soruyor, anne seksi ne demek? O_o


13 Ekim 2010 Çarşamba

Çilekli Pasta /leo buscaglia

Leo buscaglia bence herkesin okuması gereken bir yazar.
yaşamak sevmek ve öğrenmek
sevgi
kişilik
birbirimizi sevebilmek
9 numaralı otobüsle cennete


Tüm bu kitaplarını lise dönemimdeyken okumuştum. Bir kaç kitabı daha var ama artık yazamayacak, malesef ölmüş. Onca yıl geçmesine rağmen hala unutmadığım şeyler var kitaplarından.

Çiğdem diye bir arkadaşım vardı onun sayesinde okumaya başlamış ve sevmiştim. Çok şey yaşamış paylaşmıştık beraber. Ani bir kopuş oldu detayları hatırlamıyorum. Yakın arkadaşlarımdan Deniz'le çıkıyorlardı o zaman. Ne oldu ne bitti unuttum, bir süre sonra evleneceğini duyduk Almanya'dan uzak bir akrabalarıyla mı ne..
Ama onunla evlendiğini sanmıyorum.
yıllar sonra bir bankada karşılaştık. Ben müşteri o banko görevlisiydi. Bir kaç satır konuşmadan sonra o işlemleri gerçekleştirdi ben işim bitince çıktım oradan. Ne kadar yabancıydı sanki hiç anı paylaşmamıştık. Küçük sırlar gözlerimizin önünden geçti gördüm. sustuk.
Neyse işte leo buscaglia'da ve Sevgi isimli kitabının içindeki 'çilekli pasta' şiirini anımsadıkça o ve lise yıllarımın bir kısmı gelir aklıma.
Bu şiir o kadar dokunaklıydı ki o zamanlar bizim için. anlatamam :)

Anımsıyor musun yeni arabanı
Ödünç alıpta çarptığım günü?
Öldüreceğini sanmıştım beni,
öldürmedin oysa.

Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm,
Yağmur yağacağını söylediğin veYağmurun yağdığı günü?
Söylemiştim sana demeni beklemiştim, demedin oysa.
Anımsıyor musun kıskandırmak için seni

Başka oğlanlarla oynaştığım ve
Senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım beni,
terk etmedin oysa.

Anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü?
Azarlayacağını sanmıştım beni, azarlamadın oysa.

Anımsıyor musun dansın resmi giysili olduğunu
Söylemeyi unuttuğum ve
Senin kot pantolonla geldiğin günü?
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa.

Evet yapmadığın çok şey vardı
Ama dayandın bana, sevdin
Ve korudun beni.
Çok şey vardı
Benim de senin için yapmak istediğim,
Vietnam’dan döndüğünde
Dönmedin oysa...


yani ne anladık bu şiirden, hiç bir şeyi ertelemeyelim..özellikle de çilekli pasta yemeyi :)

Çilekli pasta istiyorumm!
söz dökmeyeceğim arabanın paspasına..


11 Ekim 2010 Pazartesi

rain rain Sweet Rain

Seri aşıklar kol(kola) gezerken geceden sabaha,
Kafanın içindeki tilkileri kovmanın en iyi yolu kocaman bir kurt sokmaktır aklına..
Belki de hiç tanımadığın birine ucu yanmış hayallerinden bahsederken her zamankinden umarsız olmak.
Deniz'e içinde not olan bir şişe fırlatmak gibi..beklentisiz..
notta ne yazdığını kimsenin bilemeyecek olması..güzel..


tüm bunları patırdatmak beyninde, kabartma tozu keki nasıl kabartıyor diye düşünmek gibi sanki.
İyiki bizim zamanımızda Emo diye bir şey yoktu, mazallah! olabilirdim.
olmadım,işte bu kızcağızı kendime benzettim, diet kola içiyorum galiba :)

ve Sweet Rain'i izlemeye hazırlanıyorum aynı modda. Kore filmi değil bu defa japon..
Takeshi Kaneshiro oynuyormuş, Takeshi'nin pek bir methini duydum :)
Ben susayım da afiş konuşsun (^_^)

şu anda film izliyorum, mesajı olan varsa bıraksın, yoksa sonsuza dek sussun!