28 Aralık 2008 Pazar

'Kova'lamaca

Emanetçide unutulmuş bir çanta yada sokak lambasından sarkan buz parçaları gibi hissederken kendimi, yılın en sevdiğim her zaman sebepsiz neşe ve mutluluk yaşadığım dönemini iç ve dış dünyamda ki sessizlik ve kıpırtısızlıkla geçirmişim yeni aydım.

2009 Kova burçlarının olacakmış, 9 uğurlu sayım bu mümkün olabilir. Ancak yarın için bile plan yapmazken koca bir seneye dair fikir yürütmem karda kış lastikleri olmadan araba kullanmaya benziyor.

Çok sevdiğim şeylerden bir anda soğumam inanılmaz ama anlamsız gelmiyor bu aralar.
Son bir aydır müzik dinlemiyorum, eskiden olduğu gibi iki gecede kitap bitirmeyi seviyorum ve pencereyi açıp sıcakla buz gibi hava arasında kalmayı. En çokta boş sayılabilecek yolda hız kesmeden sürat yapmayı.

Hala geceleri neskafe içiyorum ve gündüzleri Türk kahvesi. Bu sene hayatı ‘kova’layacağım ve iki konuda alacağım ifadesini. Okumak yazmaktan keyifli bu günlerde. Birde dilek ve şikayet kutuma atıyorum içimden gelenleri sessizce..işte böyle..
İç ‘deniz’ de yolculuk devam ediyor..İnecek var diyen yok..


18 Aralık 2008 Perşembe

Mor Şemsiyeli Kadına


Yüz yıl yaşamış ama hep genç kalmış,
yağmur damlasından deniz yapmış kendine...
Mor şemsiyesi elinde...


Demiştim, geçen sene senin için yazdığım yazıda..Mor şemsiyen yok artık elinde, alabildiğine ıslanıyorsun sağanak yağmurlarda..Bazen sarıp sarmalayıp kundaklamak isterken seni bazende yaslanmak istiyorum güvendiğim sırtına..Ve bu doğum gününde 66 turuncu mum yakacağım 33 gün üst üste :))
TÜM YAĞMURLARIM SENİN OLSUN..DOSTUM..

14 Aralık 2008 Pazar

Mavi Saçlı Kız

İçerdeyken dışarıyı izlemek, dışarıdayken içeriyi özlemek.Tüm pencerelerin kenarından..

Şehirlerarası yollar zihin süzgecini elden geçirip temizlemenin, uzun uzun düşünmenin yada durduk yere gözlerinin dolmasını sağlayacak en ideal yerlerdendir. Nereye gittiğinin pek bir önemi yoktur, elektrik direkleri ve küçük köy evleri ve Orta Anadolu’nun kehribar rengi garip bir huzur, hüzün ve şükür duygusu hissettirir insana. Dedi trende tam karşımda oturan ve yüzü bana yabancı gelmeyen mavi saçlı kız. Sol bileğinde bir şeytan dövmesi, parmağında diyagonal gümüş bir yüzük ve elinde Hermann Hess’in Bozkır kurdu kitabı vardı. Sonra konuşmaya devam etti..
Dur tahmin edeyim şu anki ruh halini, doksanıncı dakikada gol yemiş yada varacağın kente son on kilometre kala kaza yapmış gibi değil mi? dedi..
Gülümsedim..
Ardından, İmkanın olsa hayatını delete tuşuna basıp sıfırlarsın dedi muzipçe.
Kahkaha attım.
Gülme, bunu yapabileceğin bir yer biliyorum dedi. Sonra..
O an sadece dinledim..
Şimdi, hemen bu trenden in ve gittiğimiz yönün tam tersine doğru yürümeye başla. Evet evet geldiğin yöne doğru gideceksin. Uzaklaşıp kaçmak hiçbir şeyi silmiyor, aksine karalıyor sana dair her şeyi..Daha yakına en yakınına içinin ücra sokaklarına geri dön..derken, Dadyy Yankee’nin Rompe şarkısı trenin dingin ahengini bozdu..telefonun alarmını susturdum, bir süre kıpırdamadan yattım. Ardından kitaplığıma yürüyüp Bozkır kurdunu aldım. Sayfalarında mavi boya lekeleri vardı. Şaşırmakla mutluluk arası bir hisle kitaba sarıldım. Kokladım. Hiçbir yöne gitmeyip olduğum yerde kala kaldım. Ve o an ruh halimi tam olarak tanımlayan bu kızın adını hatırladım..Adı Gümüş’tü..Onu en son on bir yıl önce görmüştüm..

3 Aralık 2008 Çarşamba


Büyüleyici akordiyon sesiyle bir Fransız filminin içinde, puslu bir sabaha uyanmış, bisikletiyle dar ara sokaklardan okuluna giden, kirasını zar zor ödeyebildiği bir çatı katında yaşamaya çalışıp, akşamları daha çok yaşlıların geldiği bir kafede garsonluk yapan bir kız olmak istedim..Böyle bir senaryonun sonunda büyük olasılıkla sürpriz mutluluklar bekleyecekti kızı..

Tüm bunları, eylülden kalma güneşli bir havada henüz alışıp alışmadığıma karar veremediğim bir yerin hiç alışık olmadığım bir parkında, alışık olmasam da sevdiğim, yarısı kırık bir bankın üzerinde elimde beslenme çantası, suluk, mont ve anahtarlığımla oturmuş..neşe içinde salıncakta ayakta sallanıp ‘biraz daha hızlanıp uzaya kadar çıkacağım’ diyen pembe çizmeli kızımın yüzüne bakıp hangimiz daha şanslı yada şanssızız diye düşünürken düşündüm..O herkesin bildiği, salıncağın gıcırtısı kulaklarımdaydı..Akordiyon sesini bölüp haksızlık ediyordu bana..

Hiçbir kapıyı gürültüyle çarpıp çekip gitmediğimden olsa gerek, sessiz gidişlerimin aksine cam çerçeve ne varsa indirip tüm kapıları olabildiğince hızlı çarpıp gitmek istiyordum. Sanki milyon tane göz aynı anda beni izliyordu, şimdi dolu dolu olan gözlerimi silsem ağlamaklı olduğum hissedilecekti ve bu en son istediğim şeylerdendi.
Sonra eve doğru yürürken düşündüm de Türk filmleri Fransız filmlerinden biraz daha gerçekçiydi..


2 Aralık 2008 Salı

yazdım bir kenara :)

HAYAT, SÖYLENENLERDEN SÖYLENEMEYENLERİ ÇIKARTMAKTIR..

Made by TATLIŞURUBUM

Yaz bunu bir kenara hatuncum :) diye mesaj geldi telefonuma az önce Aylin'den...
Hazır elimin altındayken buraya yazıvereyim dedim:)
Çok güzel düşünmüş ve kelimelere dökmüşsün, hayatı anlayabilmek sabır ve zeka işi oluyor bu durumda..

1 Aralık 2008 Pazartesi

'DÖN'me Dolap..

Çoğu kez dünyanın kendi etrafımda döndüğünü zannederken aslında ne kadar yanılmışım. Başım dönmeye başladığında anladım ki kendi etrafımda dönüp durmuşum bunca zaman..

Aynı zamanda dünyanın etrafında dönerken 365 günlük turumda değişik yüzler, aldanışlar, komik maskeler, çift şeritli yollar, kutlamalar, unutmalar, taklitçiler, bekleyişler, umut etmeler, aslalar, teşekkürler, karmaşık ruhlar, selamlar, sabahlar, ışıksız odalar, dostlar, kurtlar, tencereler ve kapaklar gördüm. Her dönüşümde hiçbir şeyi aynı bulamadım.Bulmak istedim mi bilmemiyorum..
Ben Dünya'nın, Dünya Güneş'in etrafındayken, Güneş, yalnız Dünya'yı sevdi..hiç yaklaşmadan uzaktan. Yaklaşırsa yakıp kül edeceğini biliyordu...
VE, Dünya, yalnızca kendini sevdi..
Ben?
Ben, Güneşe saygı duydum, Dünya'yı duygusuz buldum, en çok denizin mavsini, yıldızların pırıltısını, daldaki kirazın rengini çakıl taşlarını ve karıncaları sevdim..


Hadi şimdi, dön Dünya, dönme dolap..