29 Şubat 2008 Cuma

aşk_ı musiki

Beklerim, her gün...
Bu sahillerde
Mahzun, böyle ben...
Gün batar, kuşlar döner...
Dönmez bu yoldan beklenen....
Ennihayet anladım!
Yokmuş gören, hatta bilen!

Türk Sanat Müziği, iliklerime kadar işleyen,ruhuma binbir lezzet veren ,genlerimde olan, kendime terapi uyguladığım, beni benden alan sonra geri bana veren, bazen ağlatan çok eskilere götüren, içmeden sarhoş eden, kendimi fevkaladenin fevkinde hissettiren işte öyle bir şey..

Bugün kendimi bıraktım musikinin kollarına, en sevdiğim şarkıları bir bir buldum mest olarak dinledim. Birinde takıldım yukarıdaki şarkı sözlerinden kırmızı ile yazılı olan dizeleri biliyorum sadece ve birazda melodisini..neydi neydi derken TSM aşığı annemi aradım şarkının adını öğrenmek için..
Telesekreter çıktı karşıma, en tatlı muzip sesimle:
_Muhterem valideme hayırlı cumalar diliyor ellerinden öpüyorum, haa birde hani şu babamın arkadaşı A.Ceceli'nin piknikte söylediği 'gün batar, kuşlar dönerrr darayramrayyrammm' nasıldı bu şarkı derken annem açtı telefonu gülüştük sonrasında mırıldanmaya başladık yok çıkartamıyoruz..Bir satır ablamdan, üç satır abimlerden, bir kaç kelime alt kattaki komşu teyzeden, biraz minik fokun maceralarından ondan bundan konuştuk,
_Anne, hani derdin ya en hasta halimde diriliyorum sanat müziğiyle diye aynen bende öyleyim dedim..
_perşembe gecesi tv 5 te bir program vardı müziği duyunca uykumdan uyandım, açıldım birden dedi..
Gülüştük..
Sonra aradım taradım o şarkıyı buldum.
Suat Sayın'ın icra ettiğini ekliyorum..Tüm gün keyifle dinlerken tüm şarkıları bunda dağıldım son anda..
Bundan sonrada belkide en sevdiğim TSM parçasını ekliyorum heleki Bülent Ersoy'un yorumuyla muhteşem.. 'Ömrümüzün Son Demi'


Yaptığım araştırmada sevdiğim parçaların çoğunun hüzzam makamında olduğunu gördüm sonrasında nihavend geliyor..
Diğer seçme şarkılarımıda ekliyorum..Eğer Türk Sanat Müziğine gönül verenlerdenseniz hepsini zevkle dinleyeceksiniz..
Abdullah Yüce 'Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap'

Müzeyyen Senar 'Kimseye Etmem Şikayet'

Müzeyyen Senar 'Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim'

Müzeyyen Senar 'Unutturamaz Seni Hiçbir Şey'


Ankara'ya gidince yapacaklarım arasına birde fasıl sıkıştırmaya karar verdim :)
Ya biz fasıla yada bir keman bir ud bir kanundan oluşan saz heyetini sanatkarıyla birlikte eve getirsek olmadı güzel bir mekanı kapatsak, en yakınlarımla meşk etsek :)
Bazı hastanelerde, terapi merkezlerinde hastaların ruhlarındaki yaraları tedavi etmede ek olarak Türk Sanat Musikisi dinlettiklerini duymuştum ve olumlu etkileri olduğunu..Bende işe yarıyor, ince ince , iplik iplik oya_lıyor ruhumu baştan sona..



28 Şubat 2008 Perşembe

kelime oyunları / çilek

TAK SEPETİ KOLUNA, HAYDİ ÇİLEK TARLASINA...
Geçtiğimiz yaz, bu görmüş olduğunuz çilekleri ellerimle topladım. İlk çilek tarlası deneyimimizde şansımıza felaket yağmur vardı ama mis kokulu çilekler yağmurla doğal yoldan yıkanmış, toprağın müthiş kokusuyla albenisini arttırmıştı.
Sisteme göre tarladan satın alacağın çilekleri kendi ellerinle topluyorsun bu arada istediğin kadar da yiyebiliyorsun..keyifli olan kısmıda bu zaten, minik çilek yapraklarını elinle ayırıp aralarından çilekleri toplamak ister sepete ister mideye atmak. Hele kalabalık çoluk çocuk gidince daha da bir eğlenceli oluyor.
Çileğin yetişmesinde, iyi ve lezzetli ürün alınmasında güneş ışığı çok önemli bir faktörmüş. Yazın gün ışığını yaklaşık 20_22 saat alan, gece 12 ye 01 e kadar aydınlık olan Finlandiya'da bu yüzden nefis çilekler yetişiyor.
Fincesi mansikka..mevsiminde kilosu ortalama 5_ 6 euroya satılıyor. Hayatımda yediğim en güzel çileklerdi.Ayrıca bu sene çilek zamanı burada olmayacağımız için üzgünüm.
Çilek üzerine bu saatte ancak bu kadar yazabildim, e olsa da yesek :)
not: Bu kadarcık yazıda tam 11 kere 'çilek' demişim :)

25 Şubat 2008 Pazartesi

estonya / tallinn gezimiz

20 şubatta gemi ile Helsinki'den Tallinn'e geçtik günü birlik. Gemiye ilk defa binişimde yaşadığım tedirginlik yoktu bu defa, belkide yolculuğumuzun sadece 2 saat süreceğindendi. Aşağıda göreceğiniz kare gemiye giriş anından.. Keyifli bir yolculuk geçirdik, gemide her türlü konfor ve ihtiyaca yönelik herşey mevcut. Süper marketi, içki ve parfüm shopu, kafeler, restoranlar, bar, pub, sauna, çocuklar için oyun bölümü..
1994 senesinde bu gemiye benzer bir gemi bu istikamette batmış ve 852 kişi hayatını kaybetmiş. Büyük bir yas yaşanmış. Gemiden iner inmez limana yakın bir yerde hayatını kaybedenler için anıt yapılmış, bu fotografta o anıttan..
Tallinn iki bölüme ayrılmış, Eski Şehir denilen kısım tamamen tarihi ve turistik..Diğer tarafta normal şehir merkezi. Bu iki bölümüde yaklaşık 8 saatte yürüyerek dolaştık.

Estonya tarih boyunca çeşitli ülkelerin işgaline uğramış, en uzun işgalde yaklaşık elli sene süren Sovyetler Birliği'ninkiymiş. Sovyetler dağılınca onlarda bağımsızlıklarını ilan etmişler. Kökenleri Rus değil, Fin_Ural'mış. Zaten dilleri Fince ile neredeyse aynı. Aşağıdaki fotograflar Eski Şehir'den..

Bu turistik bölümde temsil kıyafetlerle kavrulmuş tatlı badem satan kızlar vardı, bu fotografta onlardan.. Tadından anladığım kadarıyla tarçın ve zencefille kavrulmuş, çok lezzetliydi..
Bundan sonraki fotograflar şehir merkezinden. Alttaki ilk fotografta kapkaç tehlikesi tabelası var. Özellikle Eski Şehir'de bu tabelaya sıkça rastlanıyor.

Dikkatimi çeken, tıpkı Rusya'daki gibi etrafta çok nadir çocuk görülmesi, Helsinki de ise heryer çocuk, bebek arabası ve hamile kadın ile doludur. Ayrıca gelir dağılımının adaletsiz olduğu bir ülke olduğunu insanların giyim kuşamı ve araba modellerinin çeşitliliğinden gözlemleyebiliyorsunuz. Genel olarak güzel ve hoş bir başkent.Soğuk ve yorgunluğa değdi diyebilirim. Yinede en keyifli tarafı gemi yolculuğuydu..Geminin ön tarafına ilerledikçe sallantı artıyor, rahat yolculuk edilip edilemeyeceği hava şartlarına göre değişiyor :)

25 02 2007

Geçen sene bugün, Türkiye'ye (Ankara) gitmiştik. Yanımda iki hanım arkadaşımla her zamankilere nazaran keyifli ve rahat bir uçak yolculuğuydu. Üç buçuk saat sonra İstanbul'a inmiştik, aktarma öncesi yaklaşık bir buçuk saatimiz oluyor ama bu süre dış hatlardan iç hatlara koştura koştura geçmek için ancak yeterli oluyor, yanında el bagajların ve birde küçük çocukla..
Cep telefonumu wc de unuttuğumu uçağa binmemize bir kaç dakika kala farketmiş, giderken telefonumu bıraktığım yerde bulacağımdan emindim ama yoktu, güvenliğe söyledim onlarda bana 'oohoo o saniyesinde uçmuştur, İstanbul'a hoşgeldin' diyerek sırıtmışlardı. Tam arkamı dönüp giderken memurlar seslendiler ve telefonun markasını vs. sordular. Benim olduğuna inandıklarında teslim aldım ve kılpayı uçağa yetiştim, o sırada onbeş dakika içinde telefonumu kaybedip bulmanın şaşkınlığını yaşarken yaklaşık bir buçuk saat sora içinde yok yok olan çantamın eve adımımı attığımın saniyesinde gözümün önünde çalınacağından da habersizdim..

Havaalanından eve kadar takip edilmiş 7_8 tane 16 17 yaşındaki kızlar bizden önce apartmana girmişler ve bavullara yardım edelim diyerek bizimle dialog haline geçmeye çalışmışlardı. Onlara kim olduklarını sorduğumda bu binada oturan teyzelerine geldiklerini söylemişler ısrarla yardım talep ediyorlardı ( detaylara girmeden yazacağım gerisini) öyle böyle derken çizmelerimi çıkartırken bir kaçı su istiyor diğerleri telefon edebilirmiyiz diyorlar yol yorgunluğu , stres kafam tam bir ambale olmuştu, boynumda çarpraz asılı çantamı çıkartıp ayak altına koyup o sırada tuvaleti gelen kızımı aldım ve gittim, aile büyüklerinin de farketmemesiyle benim çanta pırr diye uçmuş gitmişti..1 saat sonra farkına vardığımda kafayı yemek üzereydim. Kaybımız az değildi ama en önemliside babamın yıllar önce kuyumculuk zamanından anneme elleriyle yaptığı ve bir orjinalininde olmadığı balık kolyemin de diğer altınlar ve takılarla birlikte çalınmış olmasıydı. Annem nişanımda takmıştı ve bende ilerleyen yıllarda kızıma hediye edecektim.
Başımıza gelen bu olay beni çok sarstı, bir hafta kendime gelemedim.Bir kaç gün sonra çantam havaalanı yakınlarında bir köyde içi talan edilmiş olarak bulunmuş. Allahtan kimlikler ve dönüş uçak biletime dokunmamışlar ama pasaportumu almışlardı.
Uzun lafın kısası büyük heyecanla gittiğim ülkemde harika bir karşılama yapılmıştı. Mala gelen cana gelmesin deyip tatilime devam ettim. Yaklaşık iki buçuk ay kaldım Ankara'da..Bu süre içinde acı tatlı günlerim oldu. İnternet aracılığıyla tanıştığım ama yüzyüze görüşmediğim arkadaşlarımla görüştüm. Özellikle bir tanesiyle bir anda kaynaştık ve çok sık görüşmeye başladık. Handan'la çocukları tiyatroya alışveriş merkezlerine ve oyun evlerine götürüyor sadece kendimiz buluştuğumuzda da Türk kahvesi içmeye gidiyorduk. Sonrasında uydurmasyon fallar bakıyorduk, Ankara'da kaldığım müddetçe Türk kahvesi ve fallar devam etti gün içinde sayısız sms derken baya alıştık birbirimize..Buluşmalardan birinde şimdi çok yakın arkadaşım olan Aylin'le de tanıştık. Sanki yıllardır birbirimizi tanıyorduk. O gün üçümüz çocuklar gibi eğlendik ve seneye görüşmek umuduyla İzmir caddesinde ayrıldık, duygusal sahnelerden hoşlanmıyorum kısa keseyim burayı :))

Türkiye'ye gelişim ne kadar kötü oldu ise dönüşüm okadar muhteşemdi. Bulunduğum uçakta 15_16 yaşımdan beri hayranlık duyduğum, çok sevdiğim Kenan Doğulu ve Eurovision ekibi vardı. Şimdi gerçekten bulutların üzerindeydim. Yol boyunca aralıklarla yanlarındaydım, uçaktan beraber inişimiz serviste karşılıklı oturuşumuz, tüm yolculuk boyunca uyuyan minik fok serviste tam karşısında Kenan'ı görünce 'aa bu televizyondaki Kenan benimle evlenn' deyince herkesin kahkalara boğuluşu..Şimdi düşününce yıllar önce hayranı olduğun birinin karşında olması onunla espriler yapıp konuşmak ne kadar hoştu :) Özellikle Kenan ve abisi Ozan bu kadar mı sempatik, canayakın, mütevazi, güleryüzlü olurlar. Yarışma bitipte onları Helsinki'den Türkiye'ye uğurlarken annelerini böyle evlatlar yetiştirdiği için kutlamıştık. Bu arada alanda tatlı bir coşku aynı zamanda aldığımız dördüncülüğün hüznü vardı, özellikle Kenan Doğulu'da..O'na üzülmemesini birinciliğin bizim hakkımız olduğunu, yarışmanın adaletsizliğinden bahsederken dün gece çok ağladığımı söyleyince ' bende çok ağladım ' demişti. Uçaktaki ilk gün ve sonrasında yarışma bitip yolcu edene kadar geçen 10 gün içinde harika anlar ve heyecanlar yaşadık. O günlerden geriye onlarca fotograf kaldı. Aslında bu Kenan ve Eurovision başlı başına bir hikaye, daha fazla uzatmamak için yaşananların sadece devede kulak kısmını yazdım.
İşte böyle geçen sene bugünün gecesinde Türkiye'deydim, bir sene hiç anlamadan geçmiş gitmiş bile..Hayat bu işte iyi ve kötü sürprizlerden ibaret..Olsun, yaşamaya devam.

23 Şubat 2008 Cumartesi

mim

goddess artemis pc mizde kendimize ait klasörlerle ilgili mimlemiş.. O kendisine ait bir sürü klasörden sadece birini paylaşmış..

Ben son bir kaç gündür pc de ufak çaplı bir temizlik yapıp (format öncesi) tüm klasörlerimi flash disk'e attım.


Şu anda sadece ' junior masa üstü ' isimli içinde daha çok resimlerin bazı mp3 lerin ve ıvır zıvırların orada toplandığı klasörüm var.


100 e yakın gerekli gereksiz resimden bir kaç tanesini örnek teşkil etsin diye buraya ekliyorum :)
ve hemen hemen müzik klasörlerimin hepsinin içinde bulunan ayrılmaz parçam, hüznümün şarkısı da bu klasörümde mevcut, onu da ekledim..Deep Purple (soldier of fortune)
Bende, bu mim'i birgül(mucize)'ye paslıyorum..

22 Şubat 2008 Cuma

kelime oyunları / AYNA

Aynayı ayna yapan, gerisindeki karanlık sırdır.
Sırrı yoksa sıradan bir cam parçasından ibarettir.
Aynanın karşısına geçersin, bir yansımadan ibaretsindir.
Ve yansımanın gerisinde sırrını görebilirsen,
O an,
ya ayna kırılır,
ya da sen...

BERRİN'deniz'

15 Şubat 2008 Cuma

hatıra defterim

'Kalbi kadar temiz! bir sayfayı sana ayırdığı için teşekkür eder, gülen yüzün solmasın, mutluluk peşini bırakmasın gibi bir şeyler karalarsın hatıra defterine ve bilmem kaçıncı sayfadaki sessiz bir hatıra oluverirsin' dedi Maribel*
*Maribel, benim şeker kavanozum.BANADAİR'leri içinde biriktirdiğim..
Bugünlerde tuhaflığı üstünde, neyse o böyle söyleyince aklıma ortaokul ve lise dönemlerimizdeki Hatıra Defterlerimiz geldi.
Benimde bir tane vardı, hala duruyor bir yerlerde. Şimdi tek tek gözümün önüne geldi arkadaşlarımın yazdıkları..
Je t'aime'ler, I love you'lar , kalpler, 'seni seveni sev katında köle olsa, seni sevmeyeni sevme mısırda padişah olsa'lar :)
'Eduardo, kadar yakışıklı birini bulman umuduyla' yazanlar. (Eduardo, bizim zamanımızda yayınlanan yıldıza ulaşmak diye bir pembe dizideki latin yakışıklıydı, şişe dibi gözlüklü lorena'nın evrim geçirip çocuğu kendine aşık etmesini beklemiştik aylarca..Hazır yeri gelmişken yazayım, yemeğe misafir geleceği bir akşam evde harıl harıl hazırlık varken ben diziyi izliyorum soluksuz..ve o bölümde Eduardo arabasıyla uçurumdan yuvarlanıyor..Ben kendimi kaybetmiş, iki göz iki çeşme, hıçkıra hıçkıra ağlayan bir tip, gören görmeyende gerçekten bir şey oldu sanar, çocukluk işte ne yaparsın :))
Şimdi düşündümde bu post benim hatıra defterim olsun. Adı üstünde, siz arkadaşlarımdan, ziyaretçilerimden, bugünlerimden hatıra kalsın..
Defterim ortada, yazmak isteyenler buyursun..Şimdiden herkese teşekkür ederim..

14 Şubat 2008 Perşembe

bugüne dair..

Aslında bloğumda bugüne dair hiç bir şey yayımlamayacaktım. Ama bu görüntüyü siz arkadaşlarımla paylaşmadan edemedim :)
Son bir senedir Richard Gere'nin bu fotografı 'ben giderim o gider peşimde tın tın eder' misali her duruma uygun zamanda çıktı piyasaya :)
Her ne kadar ben (biz) sevgililer gününü kutlamasakda Richard siz blogcu hanım arkadaşlarımınkini en içten sevgileriyle kutluyor :)

12 Şubat 2008 Salı

yeni bir mim

'Ölmeden önce yapmak istediklerin yada, yapmadan ölme'lerin diye mim'in konusunu açıklayabiliriz. Anahtar, bloğunda kendine göre bir liste yapmış ve hoş olmuş, bende bu tam mimlik bir konu hadi başlat dedim..Topu bana atmış :)
Bende neleri yapmayı çok istediğimi düşündüm..

****Dişe dokunur, istediğim gibi hoş bir kitap yazmak ve bunun yayımlanması..

****Suzuki hayabusa yada türevlerinden biriyle saatte 300 km hız yapmak..

**** Fenerbahçe'nin Kadıköy'de ki maçlarından birine özellikle gs derbisine gitmek..

****İleriki yıllarda çiftlik yada dağ evinde yaşamak..

****Eskiden olduğu gibi yine köpeğimin olması (av yada bekçi köpeği cinslerinden)

****Bana kalsa tüm dünyayı dolaşmak istiyorum ama özellikle Güney Amerika, Afrika ve Uzak Doğu'dan en az birer ülke görmek.

Aslında bu liste uzar gider, net olarak dünya gözüyle yapmak istediklerim ilk üç sıradakiler :)
Bunların hiç biri de imkansız şeyler değil benim için..Ömrüm ve sağlığım elverirse hepsinin gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bir şeyi çok isteyince mutlaka oluyor, bir yerden bir şekilde karşına çıkıyor yada avcunun tam ortasına düşüyor istediklerin..Bunu 2007 sensinde hep hayalini kurduğum, çok istediğim iki şeyin gerçekleşmesiyle anladım..
Umarım herkes ölmeden önce istediği şeyleri gerçekleştirebilir..

Bu çok mühim konuyu mahallenindelisi ve elçince'ye paslıyorum :)

7 Şubat 2008 Perşembe

ihtimalini sevdiğim

Az telaşlı bir sabahtı. Şemsiye kullanmayı hiç sevmem ama beni mecbur bırakacak kadar şiddetli bir sulu kar yağışı vardı. Minik foku bahçedeki öğretmenlerine teslim edip başladım yürümeye, elimde siyah erkek şemsiyesiyle her zamanki kafeye ..Fena olmuyormuş şemsiye ile yürümek pıtır pıtır sesi geliyordu kar kılığındaki yağmurun. Hoşuma gitti.

Her zamanki masama, her zamanki az sütlü tatlandırıcılı filtre kahvemle her zamanki düşüncelerimle oturdum. Kitabımı çıkardım, yine okuyamadım.

Okuduğum kitaplarla kendimden düşüncelerimden uzaklaşıp rahatlamayı severim ama son bir aydır sakin sessiz kendimle kaldığım zamanlarda kitap okuyasım gelmiyor, kendimi okumak ve kendime yakınlaşmak hoşuma gidiyor. Neyse,

kahvemi yudumlayıp bir yandan dışarsını izlerken hayata gözlerimi ne kadar kapattığımı, bakar kör olduğumu, beynimin uyuştuğunu, aylardan şubat olduğunu, zamanın avcumun içinden nasıl kaydığını, kafenin kapısının önündeki koca çam ağacının yok olduğunu (3 hafta önce kesilmiş) uzun zamandır dua etmediğimi kendimden uzaklaştığımı farkettim. Artık gözlerimi açıp kendime gelmem için iyi bir osmanlı tokadının lazım olduğunu düşünürken arkamdaki masadan gelen korkunç ağız şapırdısı sesiyle kendime geldim, öyle sakince durmuş düşünürken bu ses tüm düşüncelerimi, sakin ruh halimi alt üst etti.

' Şimdi ben dönüp o ayıya yemek öyle mi yenir al sana yemek diye önündeki tabağı ağzının içine soksam üstüne birde o koca ağzına yumruğu geçirsem, medeniyet bumu diye yakasına yapışsam, hırsımı alamayıp dakikalardır kulağımın dibinde cep telefonuyla bağıra bağıra konuşan kızında saçından tuttuğum gibi yüzünü duvara vursam, e tabi saniyesinde aynasızlar damlasa biri elmacık kemikleri çıkık küçük gözlü en az 1.75 boyunda bayan, diğeri sarı uzun saçlı küpeli bir erkek polis olsa..'hebele hübele hebele hübele' deseler bende çıkartıp kimliğimi versem, onlar 'yine de hebele hübele, bir kahvemizi içersiniz gidelim deseler, bende çocuğu okuldan almama nasıl olsa bir saat var ok gidelim desem, kahvemi içerken eşimi arasalar, eşim işyerindekilere 'karım adamın birini ve yanındaki güzelceyi fena benzetmiş merkeze almaya gidiyorum' deyip çıksa, geldiğinde ben biraz suçlu biraz yaramaz bir çocuk gibi ona baksam, oda bana 'pes yani, ne yaptın sen' gibilerinden baksa,bende 'oldu işte ne yapalım 'diye tebessüm etsem, sonra beni alıp elimizi kolumuzu sallaya sallaya oradan çıksak, ben arkama bakıp ben size demiştim beni alıkoyamazsınız gibilerinden sırıtsam****

diye düşünürken garson kızın 'is this yours' demesiyle filmlerdeki gibi kendime geldim. Kalemin benim olmadığını söyledim, o sırada arkamdaki kutup ayısı yalana yalana kapıdan çıkıyor, sivri topuklu güzelce de hala vacur vucur konuşuyordu.
Sonra marketten tavuk, karnıbahar, meyve, ekmek, süt ve bir kaç ıvır zıvır almayı düşündüm..Masadan kalkarken,
altı gündür geçmeyen baş ağrımın geçtiğini hissettim. Bir daha yokladım kendimi inanılmaz bir şey geçmişti. Oysa baya alışmıştım o korkunç ağrıyla yaşamaya, demekki hebele hübele şeyler düşünmek iyi gelmişti :)

00:54

4 Şubat 2008 Pazartesi

baş ağrısı ve muz kabuğu

Bir gün daha yedim cepten
Ve kredi vermiyor artık zaman
Demir raylarda siluetler ezilirken
Bu enlemde kar yağıyordu
Sonra üstüne yağmur...
Karanlık bir baş ağrısı kesiyor şakaklarımı
Saat 'hiç'i 'yok' geçerken
Kırıldı şeker kavanozu
Ağlama sesi ondan geliyor..

BERRİN'deniz'...

4.02.2008

Bu şarkıyı bu akşam keşfettim.Hoşuma gitti. Şiirimin altına sıkıştırayım dedim...


2 Şubat 2008 Cumartesi

Tahir ile Zühre


Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
Meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
Meselâ denerken damarlarında bir serumu
Ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak

Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
Yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet


Bu şiiri ilk olarak lisedeyken, daha önce bir yazımda kendisinden uzun uzun bahsettiğim çok yakın arkadaşım Yasemin'den duymuştum.Beni etkileyen kafamda yer eden
''Yani sen elmayı seviyorsun diye,
elmanın da seni sevmesi şart mı? '' kısmı olmuştu.
O zamanlar evet ben elmayı seviyorum diye onunda beni sevmesi gerekir diye düşünüyordum..Yani neden sevmeyecekti ki? Sevgi karşılıklı olduğunda anlam kazanmıyormuydu?
Yıllar olgunlaştırır diye boşuna dememişler :)
Şimdi ben elmayı seviyorum diye onun beni sevmesi gerekmediğini, isterse arkasına geçirilen kazıkla elma şekeri kostümüyle gezmeyi daha çok sevebileceğini, yada kasadaki diğer çürük elmaları tercih edebileceğini bunu anlayışla karşılamak gerektiğini düşünüyorum..Ne ben benden, ne elma renginden bir şey kaybetmez nede olsa..
işin esprisi bir yana ne kadar derin düşünülüp yazılmış dizeler..

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık,
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Ne kaybederdi?
Hiç bir şeymi?

Gökten üç elma düşmüş, biri Tahir'e biri Zühre'ye biride siz okuyanlara..
Bana mı? Ben elma sevmiyorum.