31 Mart 2010 Çarşamba

Buluşmuştuk Bir Kavşakta VI


Yeni bir ev otel odasından farksızdır içinde yalnızlıkla örtülmüş eskiler varsa..

Ev sahibiyle konuştuğumuz saatte 117 ye vardığımda, ince uzun kırklı yaşlarını sürdüğünü düşündüğüm ev sahibi olan kadın karşıladı kapıda, güler yüzlü ve rahat bir kadındı, düşündüğümün aksine çok geniş bir evdi, ayak üstü kısa bir tanışma faslından sonra yine ayak üstü kontratı imzaladık, uyumlu ve itirazsız oluşum kadının hoşuna gitmişti muhtemelen.
Üst katımda annesiyle oturduğunu söyledi ve daha önce evi hep öğrencilere kiraladığını..aslında bunu söylemese bile her halinden belliydi evin öğrenci evi olduğu hatta sabit olan bazı eşyalar çok işime yarayacaktı.
Mutfakta ki mini buzdolabı ve ikili ocağı görünce sevindim dahası evin hemen girişindeki parka bakan odada bir kanepe bir yatak ve bir de yuvarlak bir masa vardı o an o odada geçireceğim saatleri düşündüm. İyice sararmış duvar kağıtları demode kapı ve pencereleri girişte hemen solda kocaman iki oda banyo ve mutfağın ayrı ayrı açıldığı salon vari bir yer vardı.Giriş kapısının hemen karşısında eşyalı parka bakan oda ve hemen sağında o odaya bitişik bir başka oda daha vardı bu iki oda buzlu camlı bir kapıyla bir birine açılabiliyordu. Evin orta kısmı ve arka odalar nispeten güneş görmediğinden karanlıktı mutfak çok küçük ve apartman boşluğuna bakıyordu ve o boşlukta bir dolu güvercin vardı ve onların kokuları ve en nefret ettiğim şeylerden olan camlara yapışmış pislikleri..
Solda ki iki oda tamamen boştu ve arka bahçeyi görüyordu sanırım kiraz ağacıydı gördüklerim bir de leylak..İşte bu güzeldi.
Arka odaların birinde ve kalmayı tasarladığım eşyalı ön odada soba vardı ve bunları gördüğümde hayırdır ne oluyoruz dedim kendi kendime ve evin sobalı olduğunu anladığımda kafamda birkaç şimşek, ünlem ve yıldız aynı anda parladı ve içim yine gülmeye başladı aferin sana diyerek.
Ev sahibi gittiğinde koskocaman ve neredeyse bomboş yarı güneş görmeyen kuşların patırtısından başka ses olmayan üstelik sobalı ve o an buz gibi olan evin içinde bir başıma kalmıştım.
Evin içinde bir tur daha atıp buraya dair bir şeyler hayallemek istiyordum Arkadaki sobalı odanın da bir balkonu vardı köhne bahçeye bakan ve o balkon ıvır zıvır doluydu en çok da bira şişesi gözüme çarpmıştı sanki kim ne içtiyse yıllardır buraya biriktirmişti ve pislik içindeydi o odanın kapısını çekip çıktım bir daha da girme niyetinde değildim, yan tarafındaki diğer oda daha şirindi ve aydınlık ufak bir de yer sofrası vardı duvara dayanmış. Hemen şark köşesi geldi aklıma ama şark köşelerinden otantik şeylerden çok hoşlandığım söylenemezdi ve duvarda kocaman bir grafiti vardı ‘pink floyd the wall’ yazıyordu. Gülümsedim, bütün gençlerin yolu bir gün pink floyd’dan geçiyordu demek.
Bu odayı resim atölyesi olarak kullanmaya karar verdim o an, biçilmiş kaftandı bunun için, pencereleri kocaman neredeyse yere kadardı perdeye de gerek yoktu sadece çalı çırpı ve ağaçlara bakıyordu o büyük pencereler..
Banyonun ise anlatılacak bir yanı yoktu bir lavabo ve bir musluk daha hepsi bu bir de ne olduğunu sonradan anlayacağım elektrikli su ısıtıcısı..

Ön odaya gidip pencereden parkı izlemeye başladığımda iyice üşüdüğümü hissettim, neyse ki görevli her sabah odun ve kömür bırakacaktı kapıya soba yakmak ne kadar zor olabilirdi ki, hepsini içine atıp gazete ile tutuşturacaktım, yine de bir elektrik ocağı almalıydım. Oturup acil ihtiyaç listesini belirledim yatak yorgan nevresim terlik perde portatif bir gardırop bunlardan bir kaçıydı, temizlik malzemesi ve yiyecek bir şeylerde almalıydım. Gözümde büyüdü o an her şey, dışarısı evden sıcak olmalıydı çıkıp bir an önce gerekenleri yapmalıydım. Bir de yeni bir hat alsam iyi olacaktı..

Tüm bunlar olurken , Sinem sabırsızca komşusunun kapısını çaldı. iki koca valizini alıp ev sahibine araya sıkıştırılmış küfürlerle birlikte kötü sözlerini savurup tekrar sokağa çıkması en fazla beş dakikasını almıştı. Birkaç gün kuzeninde kalacaktı. Tuhaf bir rüyadan uyanmış gibiydi, son üç günü düşünecek hali yoktu, babasını görmüştü en azından artık bir şekli vardı ama bu onu etkilememişti, ne pişman ne değildi, Yeşimi düşündü gülümsedi, çocuk gibi tavır yapmıştı son anlarında, zaten vedalaşmamışlardı. Aramak istedi o an arayamadı çünkü arayabileceği her hangi bir yeri yoktu.

Bazen birinin yanında olmayı, onunla konuşmayı istersin ama yaşadığı şehirden başka hiçbir şeyini bilmiyorsundur. Sadece uzaktan iyi dileklerini gönderir, ara sıra da şu an ne yapıyordur diye düşünürsün..en fazla o şehre gidip bir yerlerinde karşılaşmayı umut edersin komik bir şekilde.. ama karşılaşamazsın..

Sinem o gece kuzeninin evinde pembe peluş terliki ayaklarını sehpaya uzatmış can sıkıntısıyla televizyon kanallarını gezip babasının yüzünü, annesinin inatçılığını düşünüyordu bir de Arda’yı yani ayrıldığı eşini..kendini iyice alkole vermiş işinden atılmıştı bugün bir arkadaşı söylemişti. Serseri diye geçirdi içinden beter ol!

Aynı dakikalarda Yeşim, elektrik ocağıyla ısıtmaya çalıştığı odasında karanlıkta oturup pencereden parkın ve çevresindeki iş yeri ve evlerin ışıklarına bakıyordu, yorucu bir günün sonunda evindeki ilk gecesinde. Babasını, dükkanında kilitli bıraktığı yüzlerce kitabını ve kokularını, düşünüyordu..Birde O’nu..en çok onu..

Omuzlarında yeni aldığı ekoseli yün battaniyesi elinde kahve fincanı kulağında ona ait olmayan bir radyodan yerel bir kanaldan yayılan bir şarkı..
‘kendine iyi bak, beni düşünme, su akar yatağını bulur’ diyordu Ahmet Kaya..sadece yutkundu gözleri dolu dolu..
Sonra, ‘Buradayım’ diye çığlık attı içinden, bul beni!

30 Mart 2010 Salı

Dondurma fabrikasından şok görüntü

Dondurmanın özü :))

29 Mart 2010 Pazartesi

Kibrit dedi ki..


26 Mart 2010 Cuma

Buluşmuştuk Bir Kavşakta V

Yol ayrımına gelindiğinde, sağa yada sola dönmek yerine dosdoğru gitmek, kadere razı olmaktır. Razı olmak ise, dalgasız bir denize bakmak gibidir..

Beraber bir süre daha yürüdük. Babası yol ayrımında sağa döndü Sinem takip etti ben düz gideceğimi söyledim ne yaptığım yada kim olduğum babasının umurunda değildi zaten. Sinem baktı bana, babasıyla gideceğini anladım, başımı onaylar gibi salladım..gittiler, arkalarından baktım, sanki onaylamasam gitmeyecek miydi..gidecekti..
Sinem’in nasıl olsa istediğinde beni bulacağını biliyordum da ben kendimi nerede bulacağımı bilmiyordum artık. Yersiz yurtsuzluk uçuşan bir kar tanesi olmak böyle bir şey olmalıydı. Hava iyice kararmış, şehrin ışıkları göz kırparken parmaklarım donmak üzereydi. Ellerimi ceplerime sokup böyle zamanlarda dilime dolanan şarkıyı mırıldanmaya başladım, özellikle su birikintilerinden yürümeye çalışarak..


Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde bir türkü tutturmuşum duyuyorsun değil mi, çalacak bir kapım yok, mutluluğa hasretim artık sokaklar benim anlıyorsun değil mi, derken bir gülümseme kondu dudaklarıma hiç bu kadar uyduğu olmamıştı bu şarkının. Şimdi sanki benim için yazılmıştı. Kaderim beni hamam yoluna çıkarmıştı, yediler parkının oradaydım ve saat yediye geliyordu, park bom boştu, bir banka oturdum suyu olmayan havuza baktım, yağmur çiseliyordu evsizler gibiydim, ne yerde ne gökteydim, yine sadece bir battaniyenin altında uyumak istiyordum daha doğrusu uyur gibi yapmak saklanmak. Oturduğum yerden eski bir binanın ikinci katındaki kiralık yazısına ilişti gözüm hemen kalkıp altında yazan cep telefonu numarasını okuyabileceğim mesafeye kadar gittim ve avucumun içine yazdım numarayı.Avucuna yazdıkların kendiliğinden kolayca silinirken aklına yazılanlar neden silinmiyordu ki..

Evet bu ev benim içindi, adımlarım beni bunun için getirmişti buraya. Sahiplenme güdüm ne kadar kuvvetliydi, gri sıvası dökülmeye başlamış duvarlarını sahiplendim önce sonra bu şehrin en güzel yeri olan hamam yoluna bakan ince uzun balkonunu en çok da apartmanın numarasını 117 , yedi bir bir daha dokuz eder diye düşündüm uğurlu rakamım dokuz sevdim seni 117 yarın görüşürüz diyerek daha geç olmadan Neslihan’a doğru yürümeye başladım odun pazarının olduğu tarafa Atatürk lisesinin biraz ilerisine, yol üzerinden mis gibi kokan kestanelerden aldım, kese kağıdının sıcaklığı avuçlarımı tatlı tatlı ısıttı, galiba o an mutluydum, keşke o anın fotoğrafını çekebilseydim, mutluluğumun..

Bir kese kağıdı kestanenin sıcaklığı ve 117 nin varlığına teşekkür ettim.
Neslihan yine merak dolu gözlerle açtı kapıyı ve evdeki balık kokusu saatlerdir hiçbir şey yememiş olan beni sarıp sarmaladı birden.

Seversin sen çipura aldım az sonra hazır olur dedi, salata ve sofra hazırlanmıştı. Hazır bir sofraya konmak ne hoş bir duyguydu, soğuktan sıcacık bir eve girmek..
Ne yaptınız ne oldu Sinem nerede diye sordu, Sinem babasıyla gitti ayrıca önemli bir şey yok yani avukata ihtiyaç yok dedim şımararak. Bir ev buldum yediler parkının karşısında yenilenmiş binaların arasında ki tek eski hatta köhne binada dedim sanki hazine bulmuş gibi heyecanlıydım anlatırken, işte numarası burada dedim avucumu göstererek, hemen arayım daha geç olmadan derken Neslihan telefonunu uzattı. Sesinden Orta yaş civarı bir kadın olduğunu anladım ev sahibinin, 3 aylık peşin istedi kabul ettim tek başıma yaşayacağım dedim sorun değil dedi, evi kesinlikle tutacağımı söyledim başkasına vermesini istemiyordum. Evin içini görmeyecek misin dedi hayır gerek yok dedim. Yarına kontrat için sözleştik..


Balık, parmaklarımın arasındayken, üç aylık peşinden sonra kalan parayla en fazla üç ay çalışmadan geçinebileceğimi düşünüyordum. Üç ay gayet iyi bir süreydi. Kendimi kasmamada gerek yoktu çok fazla, önce uzun uzun uyumalıydı sonrasını sırası geldikçe düşünecekti, her zaman yaptığı gibi..Neslihan acele ettiğimi düşünse de bir anlamda onunda kafası rahatlamıştı ve eminim ki oturacağım eve diktireceği cicili bicili perdeleri düşünüyordu şu anda.
Hala telefonunu açmadın mı diye sordu, nereye kadar kaçacaksın yüzleşmek zorundasın artık çocuk değilsin kendi hayatını kurmaya hakkın var o da anlamalı bunu dedikten sonra ne içersin diye sordu. Su dedim suratsızca..canım sıkılmıştı birden üzerine çalan kapı irkilmeme sebep olmuştu,
Merhaba, rahatsız etmiyorum inşallah dedi tanıdık bir ses.
Sesin sahibi Sinemdi.

Üçümüz yine beraberdik, nereden çıkacaksın diye bekleyecektim ama bu kadar da çabuk değil dedim gülerek..Balık seversin umarım dedi Neslihan Sinem için servis açarken, rakısız balık sofrası mı olur dedi sinem alay ederek, balık sevmem ama rakı severim dedi, bunun üzerine balık severim rakı sevmem dedim, Neslihan ben ikisini de severim deyince gülmeye başladık. Ne oldu niye geldin ilk geceden babanla ne konuştunuz diye sordum, hiç dedi. Hiçbir şey. Beraber yaşadığı kadın canımı sıktı sinirlendim çıktım evden, hem sizi özledim dedi şaka yollu. Üzerine Bak kaynanan da seni seviyormuş dedi Neslihan..
Aman şeytan görsün yüzünü dedi Sinem yüzünü buruşturup.
Ne nasıl yani kaynanan mı var senin dedim şaşkınlıkla.
Evet yani aslında vardı artık yok bir süre önce boşandım. Hoş, evli miydik değil miydik onu da anlamış değildim, enteresandı bizim durumumuz derken iştahla salatasını yiyordu.
Babasını küçük yaşta kaybetmiş, ,daha çok platonik aşklar yaşayıp sonunda görücü usulüyle evlenmiş tek problemi üç senedir halen bebeğinin olmayışı olan kendi dünyasında mutlu bir kadın Neslihan..


Babasını hiç tanımamış, otoriter bir anneye sahip olsa da inatçı ve aklına estiği gibi yaşamayı seven, aşklarını gönlüne göre yaşayan, yalnız kendine hesap veren, evlenmiş 1 yıl sonra olaylı şekilde boşanmış, fotomodellikle parasını kazanan diğer bir kadın Sinem..

Babasından yaptıkları ve yaşattıkları yüzünden nefret eden, iki yıl önce annesini kaybetmiş, yüksek ses ve ani hareketleri sevmeyen, biraz çocuk biraz hüzünlü, zorluklara dirençli , anı anına yaşayan aşka aşık kalbi kırık bir başka kadın Yeşim.

O gece o masada en güzel şey sohbetimiz oldu. Şen kahkahalarla çınlattık evi daha çok Sinem ve ben, ne kadar farklıydık aslında ve bir o kadar da benziyorduk, aynı şarkıyı çalan iki ayrı enstrümandık sanki. Sen yuvasız çalıkuşu ben ise kafeste kanaryaymışım bunca zaman dedim laf arasında, evet anladık sarı kanaryasın dedi, güldük.


Bazen yaşarken çok korkunç kötü olan bir olayı sonrasında anımsayıp gülerek anlatabiliyor insan, o kadar çok öyle anım vardı ki, Sinem annesiyle babasının son olayını anlatıyordu yani gecenin bir yarısı 46 kilo beyaz gecelikli bir kadının sokakta koşarak kaçması ve slipli bir adamın onun peşinde olmasını.. o an için ne kadar komik geliyordu yaşananlar, annemde aynı sikletteymiş babamın elinde de bir balta varmış kovalarken derken hala kahkahalara boğuluyorduk ne çok benzer şey yaşanmıştı, tek fark Sinem sadece anlatılanları biliyordu ben ise yirmi yıl kadar korkunun işkencenin içinde yaşamıştım.


Biliyor musun Sinem Neslihan’la zaten tanışıyorduk ama Ankara Eskişehir arası bir yolculukta attık dostluğumuzun ilk adımlarını, tıpkı seninle olduğu gibi dedim. Yumuşak değildi o anki bakışları bir perde vardı gerisinde düşünüyor gibiydi, sonrasında tebessüm ederek enteresan dedi. Bu kelimeyi çok sık kullandığını fark ettim o an, demek enteresandı, benim söylediğim şeyin üzerine enteresan yorumunu yapması da bana enteresan gelmişti. Öyle birden kaynaşan içini dışını birden ortaya döken biri değildim ama samimiyeti severdim ve samimi olacağım kişileri kısa sürede seçebilirdim. Sinemle birbirimizi hem çok sevecek hem de birden alevlenip tartışacak bir havamız vardı. O aleni dik’ti ben ise içten içe.


Neslihan’da bana verdiği güveni huzuru seviyordum, ona nazlanabilmeyi, aynı şekilde bende sineme güven vermek istiyordum yine o sahiplenme güdüm devredeydi aramızda iki yaş olmasına rağmen sanki küçük kardeşim gibi görüyordum bazen onu. Hiç olmayan küçük kardeşim. O da tek çocuktu, tek çocuklar problemli olur derler ya galiba bu doğruydu yani en azından iki net kanıtı vardı bizim gibi.


Neslihan’ın harika ev sahibesi olduğuna bir kere daha kanaat getirdim, ikramları bitmiyordu sohbetimiz devam ederken Sinemin telefonu çaldı saat onu geçiyordu.
Konuşmasından onu kızdıracak bir şeyler olduğu anlaşılıyordu canı cehenneme deyip kapattı telefonu, yaşlı cadaloz yani ev sahibim eşyalarımı kapının önüne koymuş, karşı dairemdeki kadın aradı kıyafetlerimi tıktıkları valizlerle televizyonu içeri almış diğerleri çok önemli değil ne zaman geleceksin diye sordu yarın gelirim dedim. Yarın mı dedim üzülerek, sanki hayatımız hep böyle burada beraber geçeçekti şimdi onun birden gidecek olması fikri çok üzmüştü beni.
Ne yapacaksın peki gidince nerede kalacaksın dedim, birkaç gün idare ederim arkadaşlarda sonrasını düşünürüz dedi, ben düşündüm sonrasını buraya geleceksin benim eve yüz on yediye dedim hiç düşünmeden. Neslihan dur yavaş ol der gibi kocaman kocaman açmış gözlerini bana bakıyordu.


Sinem omuz silkti ben yapamam bu şehirde bana para lazım dedi. Neyi varmış buranın dedim yine atışmaya hazır iki çocuk olmuştuk. Beni boğar buralar dön dolaş aynı yere çıkıyorsun, İstanbul gibisi var mı dedi. Peki sadece bir öneriydi sen bilirsin dedim yardım etmekti amacım, doğru sen burada yapamazsın herkes mutlu olacağı yerde yaşamalı dedim ardından küsmüş umursamıyormuş havalarında.
Gecenin devamı suskun geçerken, nasıl olduysa Sinemin babası aramış ve onu çağırmıştı o da nazlanmadan gidecekti nasıl olsa burada son gecesiydi!

Benimde Neslihan’daki son gecemdi, yarın kuru yerde yatacak dahi olsam kendi evimde uyuyacaktım. Kendimi her zamankinden daha güçlü hissettim o an. Artık yalnız olacaktım bir başıma ve bu hoşuma gitmişti.

25 Mart 2010 Perşembe

Aşk-ı Musiki II (+30:))

İki sene önceki bu yazımın sonunda Türk sanat müziğinin ruhumu iplik iplik oyaladığını yazmışım. Ne de güzel söylemişim. Bu musiki sevdası anlatılamayacak bir şey, genlerden de geçtiğini düşünüyorum. Ailemde herkesin hücrelerine derinlemesine nüfuz etmiştir sanat müziği.
İçmeden sarhoş eden, yaralarını naifçe acıtan sonrada okşayan en sevdiğim ilk on eseri paylaşacağım burada. Keşke sesim güzel olsaydı da kendi sesimle paylaşabilseydim :) Allah bir ses vermemiş işte :)) çok isterdim sanat müziği icra edecek esaslı bir sesim olmasını..

işte en sevdiğim ilk üç ve sonrası..

Müzeyyen senar, unutturamaz seni hiç bir şey..

her yerde sen
her şeyde sen
bilmem ki nasıl söylesem..


Bülent ersoy, ömrümüzün son demi..

maziye bir bakıver, neler neler bıraktı..


Suat Sayın, beklerim bu sahillerde..

gün batar
kuşlar döner
dönmez bu yoldan beklenen..


Sibel Can, Söyleyemem derdimi
(canım annemin en sevdiği, bir zaman o yumuşak güzel sesiyle söylediği)


Sibel Can, Sevmekten Kim usanır


kaç kere yemin ettim
kaç gönüle de girdim
sensiz yapamıyorum
bak yine geri geldim..


Zeki Müren, ben seni unutmak için sevmedim..

aşk bu mu
sevda bu mu
hayat bu mu
kalp acı dünya hüzün gözyaş dolu


Umut Akyürek, silemezler gönlümden..

elimi bağlasalar
tutmasam ellerini,
silemezler gönlümden
ne aşkını ne seni


Bülent Ersoy, kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime..


Zeki Müren, O ağacın altını şimdi anıyor musun


Emre Aydın, Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini..
bu şarkı da en sevdiğim üst sıralarda yer alacaklardan ancak istediğim sanatçılardan bulamadığım için en sona bıraktım :)

Bir zamanlar sevginle
Ateşlenen başımı
Dizlerinin yerine
Dayasaydım taşlara..




Hepsi bir birinden güzel tam bir şölen benim için..+30 işin esprisi benim gibi kendini bildi bileli Türk sanat müziğinden haz alanlar muhakkak var..
Herkes kendine istediği şarkıyı seçebilir, Ben'deniz', Berrin'den armağan olsun :)



23 Mart 2010 Salı

Buluşmuştuk Bir Kavşakta IV

Gerçeklere uyanmak, rüyalardan uyanmaktan farklıdır..elinin tersiyle itemeyeceğin kadar dik durur karşında, dik ve acımasız..

Dün gece ona bakarak konuştuğumuz tavan şimdi tüm anlatılanları unutmuş gibi bom boş bakıyordu yarı açılmış gözlerime, aynı anda kızarmış ekmekteki anne kokusunu aldım. Hiç vermek istemedim geriye. Anne kokusu, annem, topraktan kollarına sarılamayacak kadar yok bir şehirde bıraktım seni..Gözümdeki yaşlar kulağımın içine doğru akarken Neslihan’ın güleç yüzü girdi içeriye, hadi kalk harika bir kahvaltı hazırladım derken Sinem’in yattığı toparlanmış boş kanepeye bakıyordum. Aynı anda ‘gitmiş’ dedi..Masanın üzerine bir not bırakmış, her ikimize de ayrı ayrı teşekkür etmiş.


Canım yanarak bir hamlede doğruldum nereye nasıl neden sorularını ard arda sıralarken yüzlerce bardak kırıldı sanki beynimde. Demek vedalaşmadan gitmişti bir teşekkürle.
Neden böyle yapmış ki dedi Neslihan tuhafça, kahvaltımızı eder öyle çıkardık bırakırdık gideceği yere, istersen ara neredeymiş derken ağzına tıkarcasına söylediklerini arayamam numarası yok hem olsa da aramam artık dedim öfkeyle. Nasıl numarası yok arkadaşın değil mi dedi, hayır hiçbir şeyim değil dün gece tanıştık otostop çeken oydu, isminden ve babasını görmeye geldiğinden başka bir şey bilmiyorum onun hakkında, bir de İstanbullu ve duygusuz umursamaz ve ve neyse bilmiyorum işte dedim kırgınlığım öfkemi yenmiş bir şekilde.


Neslihan hayretle bakıyordu, e aferin sana başına bir şey gelmediğine şükredeceğine bir de oturmuş neredeyse ağlayacaksın hadi kahvaltımızı edip çıkalım şehrin seni özlemiş, Venedik pastanesindeki o bayıldığın vişneli pastalar Yeşim, Yeşim diye bağrışıyorlarmış dedi gülerek.
Görünüşte toparlanmam uzun sürmedi aklımda ise Sinem vardı, yani evi terk ettiğimin başıma neler geleceğimi bilmediğim bir hayatın ilk gününde son düşünmem gereken kişiyi düşünüyordum. Zaten hep bir anda sever, bir anda alışırdım..


Artık kendine gelmiş masanın üzerine bıraktığım dört cümlelik mektubu okumuş cinnetin ağır bastığı bir şok durumunda olmalıydı, mide kaslarıma kadar titrediğimi hissettim bunları düşünürken, bir an önce aklımı başıma toplayıp turistik ziyaret havasından çıkmalıydım. Tek not bırakıp çekip giden Sinem değildi aynısını kendimde yapmıştım, şimdi neden kızıyordum ki ona.. Ne en sevdiğim vişne reçelini ne kızarmış ekmekleri görüyordu gözüm, Neslihan’ı da bu kaosun içine katmam hiç iyi fikir değildi daha geç olmadan bunu da anlamıştım.
Venedik’i boş ver şimdi ev bakayım kendime birde Ufukların ajansa uğrayalım nedir ne değildir reklam piyasası ne alemde konuşayım grafik tasarım organizasyonda eklemişler bünyelerine işleri fena değilmiş yinede bir ortak arıyordu kendine, biraz param da var ne istediğime karar verdikten sonra çok zor olmayacak gibi görünüyor, en kötü ihtimalle adalara yakın bir yerde ufak bir yer bulsam Ankara’daki dükkanı boşaltır kitapları buraya taşır sahaflığa devam ederim derken tüm bunları yapabileceğime inanıyordum.

Sonrasında soğuk ama güneşli bir Eskişehir’i adımlıyordum, her adımımda gözümün önünde bir sürü anı canlansa da hayallere dalma niyetinde değildim, güya tüm itirazlarıma rağmen tıpış tıpış gittim Kızılcıklıdaki Venedik pastanesine, koca dilim vişneli pastayı yerken de mutlu ama kaprisli bir çocuk gibi göründüğümü biliyordum.
O iş ne oldu dedi Neslihan, hangi iş dedim, hangi iş olacak nişanlından ayrılmana neden olan kişi hani şu büyük aşkınız filmlerdekine bile benzemeyen..
Allah tan pastamın son çatalındaydım yoksa bu sözlerden sonra boğazımda oluşan düğümden sonra tek lokma yutamaz bu zevkten mahrum kalırdım.
Neslihan’ın alaycı söylemine aldırmadım o her türlü serbest atışı yapmasına izin vereceğim nadir insanlardandı ne de olsa.


Bitti dedim kısaca. Her film gibi dedim burukça gülümseyerek. Detaylıca anlatacak değildim ki en sevmediğim şeylerdendi uzun uzun anlatmak, kendime bile anlatamadıklarım varken hem de. En azından şimdi konuşmasak iyi olur sadece ben her zamanki gibi problemlerimle girdim onun da hayatına ve o denklemler sorunlar bir süre sonra büyüdü onun gözünde o bitimsiz, sensiz asla yaşayamam dediği aşkı da bir anda buhar oldu sanki, neden niçin diye düşünmeye başlayınca dünyanın en mutsuz insanı oluyorum artık düşünmeyi bıraktım aylar oldu görmedim konuşmadım ne yapıyor bilmiyorum, tamamen bittiğini dönüşü olmayacağını kabullenince yani kabullenebilirsen acında o oranda hafifliyor sanki..sanırım kabullenme aşamasındayım. Belki sözünün arkasında duramayan belki istikrarlı biri değildi belki söylediği ve hissettirdiği kadar çok sevmemişti beni ama tanıdığım en iyi insanlardandı.
Hala aşka inanıyorum ama sonsuzluğuna değil dedim gülerek ve kendimce o an için noktayı koydum.
Nesli nede güzel dinlemişti beni klasik cümleler de kurmamıştı hem bunların üzerine , unutacaksın geçti bitti daha kimler çıkar karşına gibi..


O ara çalan Neslihan’ın telefonu olmalıydı hem hala kapalıydı benimkisi ve böyle çıstak çıstak değildi sesi, Tokyo mix ile dağılmıştı aşksal mevzular.
Tamam ben söylerim dedi sol omzumun üzerine bakarak dinliyordu karşısındakini, acaba o an oradaki şeytanı da görüyor muydu bana rahat vermeyen.


Sinem dedi bu sefer gözlerime bakarak. Sinem polis merkezindeymiş, aramayacakmış ama aramış babasını götürmüşler tabi o da onunla gitmiş, sana haber vermemi rica etti.
Bu kıza hız yakışıyor diye düşündüm şaşkınlığımı üzerimden atmadan, ne yalan söyleyim bana karşı sorumluluk hissetmesi yada belli ki yanında olmamı istemesi beni mutlu etmişti.Dün gece Neslihan'ı onun telefonundan aramıştım, oradan ulaşmış olmalıydı bize. Birden kalktım sen gelme Neslihan bugüne bugün evli barklı bir kadınsın, eşinde az çok tanınıyor uygun olmaz ben gideyim hemen, ama avukat lazım olursa haber veririm dedim espriyle , bu tarz espriler sık yapılıyor olmalıydı ona eşi avukattı ne de olsa tamam tamam der gibi baktı yüzüme, habersiz bırakma dedi sonra aceleyle çıktık Venedikten.


Polis merkezine doğru giderken düşündüm de kendimden çok başkalarının sorunlarıyla uğraşmayı seviyordum hele ki sevdiğim insanların..Sevdiğim mi, Sinem’i seviyor muydum. Evet seviyordum, o benim dostum olacaktı bunu bilerek gidiyordum oraya, her ne olduysa biraz da olan şeye teşekkür ederek. Bencildim, bunu da biliyordum.

Polis merkezine girdiğimde Sinem sanki yeni bir ev bulmuştu kendisine o denli rahattı, sanki birkaç saat önce hiç görmediği babası komşusunu av tüfeğiyle korkutmaya kalkmamış, tam olayın üzerine gidip babasını götüren ekip arabasına binmeye çalışınca sende kimsin diye sorduklarında kızıyım dediğinde polislerle birlikte babası da ilk o anda öğrenmemişti bu sarı saçlı rahat ve kendinden emin kızın öz kızı olduğunu..

İlk sözüm, niye haber vermeden gittin oldu. Oh olsun der gibi bakıyordum. Aradım ya işte dedi kalkık kaşlarını iyice kaldırarak. Biz kendi olayımıza dönmüş çocuklar gibi tartışmaya hazırdık sanki. Baban nerede ne oldu neden buradasınız baban baban olduğunu öğrendi mi diye yine soluksuz sordum aklımdakileri.
Evet ekip otosunda öğrendi bir şey diyemeyecek kadar alkollü ve en az benim kadar umursamaz görünüyordu dedi kocaman gülümseyerek

Oradan çıktığımızda akşam oluyordu, babasıyla her hangi bir kucaklaşma ağlaşma sahnesi olmamıştı üçümüz yürüyorduk, kendimi hiç bu kadar gereksiz bir üçüncü kişi olarak hissetmemiştim. Nereye gidiyorduk yada ben niye onlarla gidiyordum onu da bilmiyordum, içim yine gülmeye başlamıştı. Ne demek ise ‘buyurun cenaze namazına’diyordu az önce gülen iç sesim.

Ve kendi babamın şu anda ne yaptığını düşünemeyecek kadar korkuyordu düşüncelerim ondan..

21 Mart 2010 Pazar

Ay Işığı

18 Mart 2010 Perşembe

Buluşmuştuk Bir Kavşakta III


Sıcak bir kucaklaşma saramasada öper yaralarının üzerinden usulca..

Gözlüklerinin ardından yorgun, şaşkın ve sevinç içinde bakıyordu. Uflayarak çıkarttığım valizi elimden bırakır bırakmaz kucaklaşmıştık, gözlerim dolmuştu bile, şefkat kokusunu almıştım çoktan bu evde.

Sinem ise merdivenin son basamağında bekliyordu Şu arkadaştan öte Neslihan ile tanıştırılmayı. Hadi geçin içeri dedi Neslihan kollarından ayrıldığımda, geceye uygun alçak bir sesle.
Sinem’i tanıştırmış çoktan yumuşak koltuklara geçmiştik. Bir değil bir çok soruyu soran gözlerle bakıyordu Neslihan, çok değil tek soruyu bile yanıtlayamayacak gibi bakıyordum karşılığında. Sanki tatil dönüşü geçerken uğramıştık, tek derdimiz yorgunluğumuzdu.
Sinem’e bir gülümseme fırlattım kendini rahat hissetsin diye o da bana bir kahkaha attı iyiyim ben demek için. Neslihan hayırdır niye gülüyorsunuz diye sorunca ‘yolda biri otostop çekiyordu alsak mı almasak mı diye düşünürken aramızda bazı espriler oldu o geldi aklımıza’ dedim. Neslihan tüm ciddiyetiyle ‘delirdiniz mi siz hiç otostop çeken biri alınır mı arabaya çocuk musunuz Allah aşkına diye hafiften paylarken bizi iki suçlu ve aralarında sır saklayan çocuk gibi kıs kıs gülmeye devam ettik.

Neslihan’ın eşinin bir seminer için on günlüğüne Antalya’da olacağını daha önceden bildiğim için rahattım. O aç olduğumuzu düşünerek yiyecek bir şeyler hazırlamaya kalktıysa da ondan sadece neskafe istedik, kimsenin bir şey yiyecek hali yoktu. Neslihan mutfaktan kaç şekerli nasıl olsun diye seslendiğinde Sinem yanındaki abajurun düğmesini bir açıp bir kapatıyordu, dünya umurunda değilmişçesine üç şekerli ve kremalı olsun lütfen diye seslendi. Sanki her yer onun eviydi.
Mutfağa Nesli’nin yanına gittiğimde benimkine sadece tek şeker attığını gördüm ve gülümsedim unutmamıştı. Bu saatte pat diye geldim biliyorum inan bana mecburdum ben evi terk ettim ve dönmeyeceğim, hemen birkaç gün içinde uygun bir daire bulurum şansım yaver giderse, biraz soluklanır sonra çalışmaya başlarım hepsini düşündüm, lütfen bir şey söyleme dedim bir çırpıda. Hiç bir şey söylemedi, zaten suskunluğuyla anladığını anlatabilen nadir insanlardandı kendisi, bu ufak tefek sevimli duygusal eli ve gönlü açık sakin kadın. Sinem’e gelince yarın gidecek, babasını görmeye geldi buraya, emri vaki yaptım biliyorum ama öyle oldu işte.
Neslihan sadece sarıldı bana uzun uzun içine çeke çeke, yine gözlerim doldu yutkundum.
Kahveler bitene kadar öylesine konuşuldu sormadan sorgulanmadan, ne valizleri ne de içimizdekileri açıp dökecek bir gece değildi. Tek istediğimiz uykuydu, en azından benim için öyleydi. Uyku hep bir kaçış olmuştu benim için, dış dünyadan uzaklaşmak için en iyi çare. Üzülünce korkunca hemen yatmak ister başıma çektiğim battaniyenin beni gizlediğini hissederdim, deve kuşu misali.
Oturma odasında iki kanapeye yerlerimizi hazırlamıştı biz gelmeden, mis gibi nevresimlerin kokusu geliyordu. Hadi dinlenin dedi Neslihan sabaha görüşürüz ve kapıyı çekti usulca.
Sinem üzerindekilerle uzandı yatağa ‘hiç uğraşamayacağım şimdi çıkartmaya zaten sabaha ne kaldı dedi gülerek..Bende öylece uzandım sadece çoraplarımı çıkartarak kot pantolonumla..
Ben alışkınım böyle yatmaya dedim, kimliğim hep arka cebimdedir ve bir miktar para her an bir şey olacak dışarı fırlayacakmış gibi temkinliyimdir dedim tavana bakarken.
Şaka yapıyorsun neden diye sordu Sinem, Hiç öyle işte sokağa atıldıkça önlemler alarak yaşamaya başlıyorsun dedim. O bir bahane bulur her gece olay çıkarmak için, şanslıysam küfür ve tartaklanmanın ardından sızdığını görürüm bir süre sonra. Cam çerçeve masa sandalye çok kırılmıştır bizde evet aynı filmlerdeki gibi işte, neyse sırası değil şimdi inan bahsetmek istemiyorum midem bulanıyor.
Anlayacağın bundan sonraki hayatımda korkmadan pijamalarımla uyumak istiyorum. Sinem’in yüzüne sokak lambası vuruyordu ve dikkatle dinlemişti beni. Ben o an neden şimdi bunları anlattım ki diye kendime kızmış ve aciz görünmüş olmaktan rahatsızlık duymuştum feci halde.
Babam bir alkolikmiş dedi Sinem, Bu sefer tavana o bakıyordu. Tavan yüzlerimizden daha güven vericiydi sanki, nedense oraya bakıp anlatıyorduk.
Bir alkolik, hiç görmedim kendisini henüz bebekmişim ayrıldıklarında ne o bizi nede biz onu hiç arayıp sormadık, en son evden ayrılmama sebep olan kavgamızda annem, tıpkı babana benziyorsun diye bağırdı bana. Üç yıl geçti üstünden ve ben sırf kendime benzeyen birini görmek için onu bulmaya karar verdim. Merak diyelim, duygusal bir yanı yok yani, hayatında hiç olmayan biri için bir şeyler hissedemiyor insan sadece bir boşluk.
Olup da olmamasında iyidir bence dedim donuk bir sesle..
Hadi uyuyalım artık dedi saat üç buçuğa geliyordu..
Gözlerimi kaparken, ardımdan tüm Ankara’nın yanmış olmasını diledim.

17 Mart 2010 Çarşamba

Buluşmuştuk Bir Kavşakta II


Yolların sonunda varacağın yer yine hep aynı yer oluyor oysa..

Bir süre daha sessizce ilerledik. Ben gözümü yoldan ayırmıyordum o ise biliyordum ki ara ara beni inceliyordu. Az sonra beklediğim soruyu sordu yine pat diye, çok aradın mı bu rengi dedi yüzümün kenarındaki bir tutam mavi saça bakarak Gülümsedim bende yine. Bir saça yakışacak en güzel renk mavi, en azından benim saçıma bu renkten başkası değmedi derken, karanfil sokağı düşündüm bir yıl başı arifesinde saçımın maviyle ilk buluştuğu akşam üstünü, mavi mutluluktu, şu anda ise sadece özgürlük.


Sarı sana yakışmış, ben hayal bile etmedim bu rengi, gerçi hayal etmediklerimi yaşıyorum nedense dedim kırık bir gülümsemeyle.
Bir şey söylemedi.
Bir yerleşim yerine yaklaşırken trt fm tabelasını gördüm.. Hadi ilk çalan şarkı bu gecenin bu yolculuğun şarkısı olsun deyip radyonun düğmesine bastım.Kendi kendime sıklıkla yapardım bunu, ilk çalan şarkı hep benim olurdu. Rafet el roman aşk-ı virane çalıyordu..bir arkadaşımı hatırlattı bu şarkı dedi, gözleri parlıyordu. Bana da seni hatırlatacak öyleyse dedim. Boşver, bu arabadan indikten sonra beni hatırlama dedi.
Sustum.


Her söylediğimiz havada asılı kalıyordu, uzun süreli dialog haline dönmüyordu. Sanıyorum ki bunun nedeni her ikimizin de bir hayli düşünceli ve yorgun oluşumuzdu.
Yol neredeyse bom boştu, yağmur dinmiş saat on ikiye geliyordu.

Bu sürpriz misafir sayesinde kafam biraz dağıldıysa da evi düşünmeden edemiyordum.Kalbim titremeye başladı ve yine ellerim. Korktuğumu hissettim evet istese eliyle koymuş gibi bulacaktı beni ve bu defa olacakları düşünmek bile istemiyordum. bir yabancıdan da yabancıydı her zaman annemsiz kaldığımdan beri ise sadece nefret uyandırıyordu bende. Issız soğuktu her şey. Kararsızlıklarımın, hatalarımın yegane sebebi oydu ve saçlarıma yada yanağıma değen bir elin beni göz yaşlarına boğmasının. Şefkat denen şey neredeydi alınıp satılıyor muydu, bedeli neydi..
Boğazım kurumuş hava açlığı çekmeye başlamıştım, nefesim daralıyor hatta her an çıldırabilirdim, yine üstüme gelmişti bir şeyler.


Kendimi iyi hissetmiyorum durmam gerek dedim.ne oldu neyin var demesine kalmadan emniyet şeridinde durmuş aşağı inmiştim. Yol kenarındaki ıslak karanlık tarlaya ve gece mavisi gökyüzüne bakıyordum derin derin soluk alıp verirken.
YANIMA GELDİ, İÇTEN VE SANKİ HADİ SÖYLE SENİN İÇİN HER ŞEYİ YAPABİLİRİM DER GİBİ BAKIYORDU. Yada ben o an öyle istemiştim, birinin benim için her şeyi yapabilmesini..

Geri dönemem ama gitmekte istemiyorum kahretsin diye bağırdım.Nereye ne zamana kadar gideceğim ki.
Hava buz gibiydi konuşurken ağzımızdan çıkan buhardan anlıyordum bunu yoksa zerre kadar üşümüyordum. Birkaç kamyon ve birkaç araba geçti gitti yanımızdan ve ben tarla fareleriyle orada öylece kalmak istiyordum. Üzgünüm Sinem dedim..boynundaki kolyeden okumuştum muhtemel ismini. Benim şu an araba kullanacak halim yok sadece uyumak istiyorum.Bu arabaya bu yüze aldanma inan berbat bir gecedeyim.


Arabanın kendi oturduğu tarafının kapısını açtı ve gözüyle gir ve otur dedi, ne yaptığını bilen bir havayla. Girdim oturdum, penceremi açmasını söyledim o şoför tarafında oturup dikiz aynasından şaçlarını ve kaşlarını düzeltirken. Hiç tanımadığım birini arabama aldığım yetmezmiş gibi şimdide direksiyonu emanet ediyordum, gecenin yarısı şehirler arası bir yolun kenarında amma da iteatkar olmuştum. Cam sonuna kadar açık yüzüme buz gibi hava süratle vuruyor mavi saçım geriye Ankara’ya doğru savruluyordu.

Bende seni görünce aklı başında bir şey sanmıştım meğer ne panik ataklar varmış içinde dedi gülerek. Bu koltuğa oturan susuyordu sanki şimdi sıra bana gelmişti ki birden onun vardığımız saatte nerede kalacağı aklıma geldi ve sordum.
Bilmem dedi ya sen..
Ben yakın bir arkadaşıma gideceğim yani aslında henüz ona haber vermedim.
Telefonunumu evden çıkarken kapamıştım ve açmaya ne cesaretim nede niyetim vardı. Telefonunu kullanabilir miyim, benimkinin şarjı bitti ve Neslihan’ı aramam lazım dedim.
Neslihan..şu kalacağın arkadaşın mı?
Evet, arkadaştan ötesi desem..
Şanslı kızsın , bak gideceğin bir yerin bir arkadaşın birde hazır arabanı kullanan hem güzel hem akıllı hem cesur bir yol arkadaşın var dedi..
Ya evet çok şanslıyım onu birde bana sor dedim ağzımın içinden.


Neslihan benim Yeşim, yoldayım ben yani oraya geliyorum, saat çok geç biliyorum ama gelince anlatırım, tabi müsaitsen..Şaşkın ama samimi cümlelerle beklediğini söyledi Neslihan. O ara Sinem’e baktım dikkat kesilmişti yola sanki çenesini sıkıyordu ufak dudakları iyice ufalmıştı. Ya o ne olacaktı, bu saatte hiç görmediği babasına ben geldim diyemezdi her halde. Onu tek başına bırakamazdım ve ‘Neslihan yanımda bir arkadaşımda var ona göre’ dedim. Bunu duyan Sinem aniden bana baktı göz gözeydik.. o an tuhaf şekilde birbirimizden kopamayacağımızı hissettim. Bence oda hissetmişti. Neslihan’ın sesi soluğu kesilmişti birkaç saniye sonra hadi gelin bekliyorum deyip kapattı.

Biz hiç konuşmadık ta ki Eskişehir’e girene kadar. Evin yolunu tarif ettim. Ne çok özlemiştim bu yolları bu şehrin ışıklarını. Doktorlar caddesinden geçerken yine böyle bir kış gününü hatırladım. Lee cooper park’ı. Lee cooper mağazasının üstünde biraz parka benzeyen sokak şeklinde bir kafeydi. Lee cooper park’a gidelim demişti Neslihanlar yıllar önce ilk tanıştığımız dönemde olur demiştim ben orayı bas baya park zannediyordum gidince çok gülmüştüm halime.
Nerden nereye, çoktan kapanmıştır orası diye düşünürken, Sinem birden Yeşim! Dedi. İsmimi söylemişti.. Sağol. Merak etme yarın benden kurtulacaksın dedi sonra gülerek. Tamam dedim.

Apartmanın önüne geldiğimizde, Neslihan pencereden bakıyordu. Ben ise Sinem ile bu gece tanıştığımızı Neslihan’a nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum, böyle bir gecede içim gülmeye başlamıştı bu duruma.Evet normal bir hayat ve etrafımda normal insanlar olması bana göre değildi..
Bir valiz bir sırt iki kol çantası ve iki çift çizme sesi merdivenleri tırmanıyordu. Onun topukları benimkinden uzundu ve işte Neslihan karşımızdaydı.


devam edecek :)

16 Mart 2010 Salı

Buluşmuştuk Bir Kavşakta..

Aslında cesaret edemeyeceğimizi düşündüğümüz şeyler, yapması en kolay olanı. Yalnızca adım atıyorsun, ‘aldım verdim ben seni yendim’ mesafesinde..

Yağmur nefesini kesmiş, silecekler rahatlamıştı otobana çıktığımda. Titreyen bacaklarım da olmasa..Her şey yavaş yavaş geride kalıyordu, bir de beni benle götürmeseydim. Topu topu bir buçuk metrelik bir valize sığdırmıştım aceleyle ne varsa bana ait. Kalanlar ise hiç benim olmayanlardı.


En güzel yıllarımın geçtiği dost olan beni sıcacık kucaklayacağını düşündüğüm tek yere eski bir şehre doğru saatte yüz km hızla ilerliyordum. Her zaman acelem olmuştu ama şimdi yoktu. Korkmuyordum ama endişeliydim.

Her geceki gibi sızmıştı masanın başında, parmaklarının arasında yanan sigarayı bu defa almamıştım usulca. Ya sigara yere düştüyse halıyı inceden inceye kemirip her yer tutuştuysa ,ya öldüyse..yok canım yarım saat içinde tüm bunlar olabilir miydi? Midem bulanmaya başlamıştı, bacaklarım değil ellerim titriyordu şimdide. İlerideki benzinliği kaçırmamak için sağ sinyal verdiğimde bir an için geri dönmeyi yangın çıkıp çıkmadığını kontrol etmeyi düşündüm. Ama dönersem.. hayır,dönmeyeceğim.

O ara yol kenarında otostop çeken birini gördüm, bu yağmurda bu saatte bu yerde millette ne cesaret vardı. Yanından geçip gittim benzinliğe girmeden durdum dörtlüleri yaktım..istem dışı hadi gel demiş oldum. O da gelmeye başlamıştı zaten. Kapıyı açıp bana doğru eğildiğinde ilk olarak kocaman halka küpeleri, uzun rimelli kirpikleri ve rahat görünümü altında aceleci biraz sinirli oluşu dikkatimi çekti.
Ben öylece yüzüne bakarken, o Eskişehir’e gittiğini otobüste yolcunun biriyle kavga edince aşağı indiğini dünyada ne salak insanlar olduğu ve biraz daha arabaya davet etmezsem donacağını söyledi. Son cümlesi hayli muzipçeydi.
Gel hadi tüm bu anlattıklarını tahmin ettim o yüzden durdum zaten dedim gülerek, yalnız seninle birlikte benzin de almam gerekiyor dedikten beş dakika sonra biri o saatte otobüsten inip otostop çekecek kadar kaçık, diğeri de o saatte otostop çekeni arabasına alacak kadar akıllı ve kendinden vazgeçmişti. Daha sonra bu kendinden vazgeçişe Sinem’in tabiriyle psikopata bağlamak diyeceklerdi. Sinem, yanında yarı ıslak sanki arabanın hatta dünyanın sahibiymişcesine oturan kızın adıydı.


Ne için gidiyorsun Eskişehir’e dedim laf olsun diye. Soru sorduğun sürece sana da soru sorma hakları doğar mantığıyla suskunluğu tercih ederim çoğu zaman. Kendime soru sorulmasından hele ki cevap vermek zorunda hissinde bırakılmaktan hoşlanmadığımdan..
Babamı görmeye gidiyorum dedi.. Daha önce hiç görmediğim babamı!
?!?
o an gülmek istedim hatta kocaman bir kahkaha atacakken sonrasında yine ellerim titredi ağlayasım geldi.
Babasını görmeye bulmaya gidiyordu, ben ise babamdan kaçıyordum..babam ve ona benzeyen tüm erkeklerden..
Buluşmuştuk bir benzinlik kavşağında, aynı yöne doğru ilerlerken o geçmişine ben ise aklımca geleceğe koşuyordum.
Otomatik vites sevmem dedi pat diye. İnsan araba kullandığını anlamıyor.
Gülümsedim sadece..
Uzun tırnaklarını fark ettim kazağının koluyla oynarken..
İlk benzinlikte duralım kahve alayım canım çekti sende ısınmış olursun dedim.
Kendini Amerikan filminde mi sanıyorsun dedi gülerek.
Evet dedim..thelma ve louise gibi olduk bir tek arabamızın üstü açık değil.
Gülmeye başladık.
Yağmur şiddetlendi, Eskişehir 190 km yazıyordu tabelada..

devam edecek :)

15 Mart 2010 Pazartesi

Falco / Jeanny ve..

İlk olarak lise sondayken dinlemiştim bu şarkıyı. ‘sevdiği kız tecavüze uğrayarak öldürülmüş’ onun üzerine yazılmış denmişti. Şimdi bakınca birkaç değişik hikayesi var şarkının. Öyle ya da böyle hazin bir sonun çığlıklarını iliklerine kadar hissettiriyor insana. sözlerinin anlamını bende yeni öğrendim. Klibi de çok beğenmedim.
Şarkının kafamda oluşturduğum hikayesi ve bana hissettirdikleriyle kalmayı tercih ediyorum.
Kimse bir başkasının ismini bu kadar içten acı dolu haykırmamıştır gibi geliyor.
Ve Almanca'nın kulağa bu kadar hoş gelmesi sanırım sadece bu şarkıyla mümkün :)


Falco’nun inişli çıkışlı hayatı 96 senesinde 39 yaşındayken trafik kazasıyla sona eriyor.
Geride milyonlarca satmış albümleri hit olmuş şarkıları iki eski karısı ve sonradan kendinden olmadığını öğrendiği bir kızı, hayranları ve efsane ‘jeanny’ şarkısı kalıyor.



müzik - falco - jeanny izlesene.com



Sözlerin anlamını burdan..Yaşam hikayesi ve fotoğraflarına da burdan ulaştım..

Son olarak klipsiz olarak dinlemenizi tavsiye ederim..Görüntüler hisleri bulandırır her zaman.

11 Mart 2010 Perşembe

İlk Kolaj Çalışmalarım :)


FOTOĞRAFLARI KOLAJLAMAK NE KADAR EĞLENCELİ BİR ŞEYMİŞ :)
masa üstündeki ıvır zıvır klasörümdeki resimlerle snowboard maceramı kolajladım. Bunlar ilk çalışmalarım :)
ÇEŞİTLİ ŞEKİLDE FOTOĞRAFLARI DİZAYN ETME İMKANI VAR BELLİ ŞABLONLAR ARACILIĞIYLA, MESELA ÜSTTEKİ TURUNCULU KAREDE 8 GİBİ DAĞILMIŞ GÖRÜNSEDE RESİMLER ASLINDA 'B' HARFİNE AYARLAMIŞTIM :)
resim sayısı artarsa tam olarak istediğiniz harf çıkıyor. Alttaki de kalp şekli olacaktı biraz daha yoğun resim kullansaydım. Arka tarafa istediğiniz fotoğrafı fon olarak kullanabiliyorsunuz, program kareleri otomatik olarak dağıtıyor, dağılımı beğenmezseniz yinelemek gerekiyor.
Denemek isteyenler için yazıyorum. Kullandığım program shape collage ...
Ben çok eğlendim uğraşırken, bir müddet oynar dururum :)

10 Mart 2010 Çarşamba

Kanada Fok KATLİAMI yine BAŞLIYOR!!!

Kanada hükümetinin geleneksel fok katliamı başladı. Bu yıl, avcıların hedefi 338.200 fok öldürmek.
Şimdi tüm gözler 2010 Kış Olimpiyatları için hazırlıklarını sürdüren Kanada' da. Olimpiyatlar nedeni ile artan ilgi ülkenin dünyaya olumlu örnekler sunması yönünde itici güce sahip. Bu nedenle Vancouver Olimpik Organizasyon Komitesi' nin elindeki gücü, fok katliamının önlenmesi yönünde kullanmasını istiyoruz.
Kanada fok katliamı süresince, yüz binlerce yavru fok vurularak, kafaları parçalanarak öldürülmekte; tüm bu vahşet "moda" adına yapılmaktadır. Avcılar fokları gözleri, yanakları ve ağızlarından kancalarla öldürmekte, böylece kürk elde edilecek cesede en az hasarın verilmesi hedeflenmektedir. Buzlar üzerinde acı içinde sürüklenen hayvanlar arkalarında, kanın, ölümün rengini bırakmaktadırlar.
PETA' nın başlattığı kampanya dahilinde, Vancouver Olimpik Organizasyon Komitesi' ne, fok avını durdurmasına yönelik mektubunuzu iletip bu vahşi katliamın durdurulması için bir umut yakalayabilirsiniz.


PETA




Son dört yıldır özellikle takip ediyorum, tüm protestolara toplanan imzalara karşın katliam her yıl artarak devam etmekte ve edecekte. Aklım almıyor içim eziliyor, nedir bu hayvanların (canlıların) insanlardan çektiği..



Kanada hükümeti fokların sayısının arttığını ekolojik dengeyi bozduklarını söylüyormuş, en büyük gelirleri deniz ve su ürünleri ticareti olunca gözleri bir şey görmüyor. Foklar morino balıklarını yiyip azaltıyorlarmış, tabi tek sebep bu değil kürkleri ve yağları da ekonomileri için çok önemli. En çok talep eden üç ülke ABD Çin ve Rusya imiş.. Öyle olmasa şaşardım zaten.

Kürkü için öldürülen diğer hayvanlar gibi canlıyken derileri yüzülüyor, vücutları soğumadan kolayca zedelenmeden çıksın diye :((

Tüm hayvanları çok seviyor ve önemsiyorum ama köpekler ve fokların yeri ayrı bende ciddi zaafım var. Kızımdan bahsederken bile minik fokum diye bahsederim.

Martın son haftası başlayacak tekrardan bu vahşet, her şeyin ötesinde bunu Türkiye yapsaydı tüm dünya üzerimize çullanırdı..

Madalyonun diğer yüzünü de görmeye çalışıyorum ülke ekonomisi vs. yüzlerce insan bu fokların üzerinden para kazanıp hayatlarını idame ettiriyorlar ama bu en azından bu şekilde olmamalı. Kürk elzem hayati bir şey değil. Nefret duygusu törpülenmemiş biri olarak hayvanlar ve vahşet söz konusu olduğunda çıldırıyorum.

Sadece foklar değil Çin'de kedi köpek Japonya'da yunus balina katliamı :(


Bir çok video var tilkilerin ve diğer kürklü hayvanların canlı canlı derilerinin yüzülüşünü gösteren sadece okumakla bile fena oluyorum izleyemiyorum, biliyorum ki sonrasında bir daha iflah olmam.
Kürkün kendisinden geçtim imitasyon olanına bile tahammülüm yok..Gerekli olsa başka çare olmasa eyvallah ama gerek yok nasıl bir canlıya ait parça taşınabilir ki üzerinde..
Allah ıslah etsin, beş beteriyle sorsun hesabını..



Elden ne gelir, Peta'nın verdiğim linkinden protestoya katılabilirsiniz..Kürk giyen varsa İNSANSA giymesin.

Hayvanları rahat bırakalım, bizden daha çok hakediyorlar dünyayı..

şu fokun tatlılığına bakın oy oy kurban olsunlar sana :)

Allahım çocukları ve masum hayvanları koru..

Bloğumun ilk yazısı olmuş kar çiçeği ve yavru fok göz atabilirsiniz..

8 Mart 2010 Pazartesi

ses bir ki..ılgaz..

Dört günlük Ilgaz tatilimiz dün gece sona erdi. Harika bir yer. Geriye müthiş bir yorgunluk kalsada en güzel tatillerimden biriydi. Bu defa kayak yapmadım, snowboard denedim. Yaş ilerledikçe cesaretim artıyor galiba :) Hala acıyan yerlerime rağmen çok keyifliydi. Yorgunluğumu atıp toparlanınca anlatacağım..

Ayrıca kadınlar günümüzü kutluyorum, kutluyoruz kuru kuruya olsada..
Dünyanın her yerinde kadın olmak zor ama bazı yerlerinde çok zor..
Yan tarafa eklediğim 'günün şarkısı' 'ederlezi' tüm kadınlara armağanım olsun..

1 Mart 2010 Pazartesi

***

Aydınlık bir gecede
Kendi söküklerini dikemeyecek kadar karanlıktaysan
Ve en güzel ses sokak köpeklerininki ise
Mutlusundur.
Gözlerin kapanırken yeni güne..

BERRİN