28 Nisan 2008 Pazartesi

öz

Doğudan batıya kadar güneşi çalımlamak ve yaşarcasına susamaktı özlemek..
Bardağın dibindeki son damlaya razı olmaktı çağlayan suyun yanında.
Acele etmen hızlı düşünmen gereken anda damlayan bir mum gibi donup kalmaktı olduğun yerde..
Uslu bir çocuk gibi sabırla beklemekti özlemek, en sevdiğin oyuncağa binmek için sıranın sana gelmesini, baş döndüren lunaparkta..
Kolundan ipek bir eşarbın kayması, çorabının tekini bulamamak gibiydi..
Kağıttan daha keskin, kalemimden daha güçlüydü..
Özledim.

26 Nisan 2008 Cumartesi

kelime oyunları / SIR


Küçük hayatta büyük an'dı sır..

Bir teknenin güvertesindeki ıslaklık, kalabalık bir şehrin kalabalık bir caddesinde yanından geçen biri, latin danslarının ritmi, kibrit kutusu, çocukluk anıları yada korkuları, A noktasından B noktasına yolculuklar,turkuaz bir ada yada saat 16:04 te dünyaya gelen her bebek sır olabilir..
Ve sen onu tutabilirsin..bir dilek gibi...

Sırlar güçlü kılar insanı. Tutmasını değil, taşımasını bildiğin sürece..
Sır küpün ağır mı?
Ne güzel..
Demek birikmişsin hayata...

23 Nisan 2008 Çarşamba

işte öyle bir şey

Aklına koyduğu an bir saniye bile beklemeye sabrı olmadan evim de evim diye tutturup, çantasını kaptığı gibi giden yaşlı kadınlar gibi, gittiğim yerde her zamankinin üçte biri kadar bile kalamayıp bir an önce eve gitmek istedim.
Gidip yüzde yüz bulacağım bulaşıkları yıkamak, ocağı lavaboyu ciflemek ovmak, bir daha ovmak, gözüme ilişen her yeri silmek, tek tek rafları çekmeceleri boşaltmak sonra yeniden yerleştirmek, bavulları hazırlamak hemen arkasından geri dökmek içinde ne varsa, evin kapısına duvarlarına dokunmak oldu olacak diz çöküp hüngür hüngür ağlamak o an için istediğim tek şeydi.
Koşar adımlarla eve gidip ağlamak dışında istediklerimin hepsini yaptım.

Ağlayamamak yıpratıyormuş sözleri.. Olmadık bir yeri olmadık bir zamanı, saçma bir espriyi, içten bir bakışı yada ilk duyacağım ezan sesini mi bekliyor beni boğmak için gözyaşlarım, boğup da rahatlamam, rahatlayıp da uyumam için..

Temize çekilmiş, itina ile yazılmış bir defterim daha önemlisi bir hayatım olmadığından mı cam kırığından daha çok canımı acıttı hayal kırığı..
Nasıl battı, yardı kaldı içimde, değil dokunmak bakamadım bile acıyan yerime..

Herhangi bir sayfaya bir kaç cümle yazıp yazdıklarımı beğenmeyip sayfayı kopartıp buruşturup atmak sonra aynı şeyi üst üste defalarca tekrarlamanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüm..Ben hiç böyle bir şımarıklık yapmadım, hiç bir sayfayı bir satırda harcamadım..
Yazdıklarımı her zaman ilk hali ile bırakır, biraz kurcalasam çok daha güzel olacağını bilsem bile bunu yapmam, en fazla aynı kağıt üzerinde bir kaç karalama, eksiltme arttırma yaparım.
Bir şeyin üstüne ne kadar gidersen doğallığından uzaklaşacağını, can sıkıcı olmaya başlayacağını bilirim. Her eğri duranı, ters bakanı düzeltmeye kalktıkça biçimsizleşmesinden korkarım.
Ve hissettim ki,

Her gün azar azar, yemeklerimle pişiyorum mutfakta, en sevdiğim penceremde..Kimi kısık ağır ateşte kimi bugünkü gibi harlı..
Sonuç olarak,
Kendimi saatlerdir yedim yedim bitirdim.
Ama tadımı hiç beğenmedim..



21 Nisan 2008 Pazartesi

2008 BLOG ÖDÜLLERİNDE ADAYIM

2008 BLOG ÖDÜLLERİni tesadüfen katılım için son gününde farkedip KİŞİSEL kategoride kendimi aday gösterdim :)
Oylama 5 mayısa kadar devam edecek, Banadair'lerimi sizlerle ve kendimle paylaştığım turuncu dünyama oy vermek isterseniz
BURADAN OYLAMAYA KATILABİLİRSİNİZ.
Bana oy verecek ziyaretçilerime ve dostlarıma şimdiden teşekkür ederim..



19 Nisan 2008 Cumartesi

...

Burnumun kanayacağını hissettim inceden, yakarcasına sızlamaya başladı, kutunun içindekileri görünce..
Evet, gerçekler hep kutuda geliyordu bana, birike birike, saklana saklana, eskimeye yüz tuttukça sabahları hatta en sıradan sabahların birinde belli belirsiz, rahatsızlık vermeyen kapı ziliyle..
Aralıklarla çeşitli renk ve ebatlarda gelen bu kutuların içindekiler bir süre oyalıyordu zihnimi sevmediğim bir masal gibi..
Olmayacak duaya bir adet yürekten amin, bale pabucu kurdelesi, küçük bir şişe içinde iç deniz suyu, saç bandı, kutunun içine gelişi güzel atılmış tedavülden kalkmış bozuk düşünceler, yapılacak, toparlanacak, vedalaşılacakların uzun bir listesi, turuncu bir pişmanlık, el kadar kanaviçeye şekilsizce işlenmiş çarpık vicdan azabı ve bir uçak bileti vardı siyah beyaz karton kutunun içininde..
Tereddüt etmeden açtım..Başımı ağrıttı, bu sabah gelenler..
Pişmanlığın zehrini, dönüşü olmayan yolların mesafesini, duanın eksikliğini hissettim.
Sırf karnını doyurmak için, ne yediğinin önemi olmadan bir şeyler atıştırmak gibi zevksiz, yavan,anlamsız geldi bütün her şey..
Hiç yapmadığımı yaptım sonra, gerçeklerle dolu kutuyu getirip gideni görmek için pencereden baktım.
Uzun kestane rengi saçları, sırtında kocaman papatyası olan kot montu, kızılderili tüyünden minik küpesini gümüş yüzüklerini gördüm, onsekiz yirmi yaşlarındaydı ve yeşil çantasında pease işareti vardı. Dondum kaldım.
Arkasına dönüp pencereye doğru bakarsa ve göz göze gelirsek öleceğimi hissettim.
O bakmadan gitti, ben onu özledim.

14 Nisan 2008 Pazartesi

kelime oyunları / insan..insanlık

İnsan kılığından sıyrılıp kuş kanadı olmak veya göl kenarında bir saz hafif öne doğru eğilen ya da bir ağacın ilk tomurcuğu sonsuz heyecan dolu..Belki yerdeki bir dal parçası, yosunlu kaya, kaz tüyü, turuncu gagalının kalp atışı, karıncanın ekmeği, çiğ tanesi, nar tanesi ya da kar tanesi olup yaşam bulmak bu eşsiz tablonun gerçeğinde..
Yaşadığını o gerçekle anlamak soyut insansı gölgelerin dışında..
Ve sonra, vahşi doğadaki dürüstlük gibi aslanın ceylanı parçalamasındaki gereklilik kadar yalın olsa insanlık bu ambiansta..
Ego ve kan kokusu palette kalsa!
Sağ üst köşesinde ''bu tablo satılık değildir'' yazsa..

11 Nisan 2008 Cuma

yedinci ev

''Biz evleri terkederiz, onlar peşimizi bırakmaz''

Doğup büyüdüğüm bahçe içinde meyve ağaçları, asma yaprakları, süs havuzu, renk renk gülleri, kasımpatları, zambakları, çok sevdiğim sümbülleri, zaman zaman domates, salatalık, taze soğan, havuç hatta çilek yetiştirdiğimiz, güvercinlerimiz, bahçe duvarına tüneyen kedilere çıldıran köpeklerimiz, uzun yaz gecelerinde salıncakta sallanırken yarasaları, kertenkeleleri,gece kelebeklerini gördüğümüz bir bahçemiz, o bahçe içinde minik evimiz, komşuda pişenin herkese düştüğü, sokaktaki oyunlarımızın akşam ezanına kadar sürdüğü, yazın taze toprak kışın genizleri yakan is kokan bir hayatımız vardı, varın içinde varlarla..

Onaltı yaşımda sadece kendime ait bir odam olduğunda, uyandığımda mavi gökyüzünü ve henüz kızarmaya başlayan kirazları göremiyordum artık penceremden..Hatta gökyüzünü görmem bile imkansızdı, taş binalar arasında öğrenmiştim aitlik duygusunu, kendi çizdiğim desenlerim asılıydı duvarlarımda ve sarı gece lambasını hatırlıyorum, birde hemen yatağımın yan duvarında asılı duran, uyanır uyanmaz göz göze geldiğim 'dost kitabevi'nden aldığım bir kurt posteri vardı. Görür görmez içime işlemişti sisin pusun içinden mat, duygusuz, ürkütücü, güçlü, asi bakışları, onunla bakışmak büyük haz veriyordu..
Şimdi o odayı düşünmek bana güzel olan hiç bir şeyi hatırlatmadı. Dört sene boyunca hiç mi mutlu olmamıştım?
Oradan apansız taşındığımızda henüz yirmi yaşında değildim..
Boşluk hissi veren sarsıcı bir kırılma ile anakaradan büyük bir parça kopmuştu..
Acıları bir evde bırakıp, kapıyı çekip gitmek mümkün müydü?
Geriye kalan boş duvarlar ve yerde boş bir telefon kablosuyla kalır sanmıştık onlar, yanılmışız..

Geçici bir süre için taşındığımız, hafif yokuş ara sokakta ekip arabaları, karmaşa, üst kattaki aile kavgalarının ve İsmail YK'nın 'Allah belanı versin' diye bağrışlarının eksik olmadığı bu eve de gelmiş, kıyafetlerimizden önce yerleşmişti çekmecelerimize ve sinmişti perdelere o tarifsiz acı, yokluk, pişmanlık, nerde? nasıl? kim? bilir?ler..
Şuursuzca yaşanan, ağlanılan, gülünen, kenetlenilen, tuhaf, yitirilmiş bir sene geçti o evde..
Sonraki üç ev, üç pencereyi şimdi anlatmak güç, çok güç. Ondört senede terkedeceğim altıncı evdeyim. Hiç bir ev peşimden gelsin istemiyorum. Olduğu yerde kalsın duvarlarına astıklarımla..
Özellikle ilk iki ev uzak durun artık benden..

Okuduğu kitabı kapattı, gözleri yanmaya başlamıştı, elektrikler kesilmeyeli uzun zaman olmuştu ve mum ışığında kitap okumayalı..İri gölgeler arasındaki odasına baktı, bu duvarları terketmeye cesareti varmıydı?
Onun yedinci evi neredeydi?
Elektrikler geldi, düşünmeyi bıraktı, uyudu.

7 Nisan 2008 Pazartesi

iki sağa, iki sola..


''Yaşam pratiğim kayboldu, hükümsüz artık'' dedi kadın kulağına usulca..
Bir diğeri ''hayallerini bir kaç beden büyük al, nasılsa yağmurda kalıp çekecek, hayalsiz kalma'' dedi..
''Ritmin görünüşte iyi'' dedi öbürü..
İki sağa hop diz çek,
İki sola hop diz çek
Ama hep aynı yerdesin, farkındamısın?
Bazen, geri bir adım yada iki ileri değiştirir hayatının seyrini..

Maribel düşündü söylenenleri, hayatla dans etmek hala kolay değildi onun için, çoğu yerde uyumsuzdu adımları..
Yaşam pratiğini çarçabuk bulup, XXL bir hayale sarıp aynı ritimle pistte kalmalıydı..
İki sağa, iki sola..Bildiği gibi..
Şimdilik..

***Maribel, banadairlerimi içinde biriktirdiğim şeker kavanozum..

3 Nisan 2008 Perşembe

sıradan bir sabah 3

Güneş mi var, bahar el mi sallamaya başladı, hem de buraya arka sokaklara..
Hala kıyıda köşede birikmiş karlar direnirken, hava serin, rüzgar ters köşeden eserken bronzlaşmaya hazır ruhlarımız.. Buradaki 'son' baharımızda..

Otobüste Bryan Adams'tan bilindik ve güzel bir şarkı çalıyordu, biz indik yarım kaldı..
Daha geçen sene okul bahçesinde ağlaya ağlaya ayrılamadığımız günler ne çabuk geride kalmıştı. Ağlamalar geçmiş, öpe koklaya vedalaşır olmuştuk ve bugünde arkasına bakmadan neşe içinde arkadaşlarına koştu. ''İyi eğlenceler, görüşürüz'' dedim..duymuş muydu?
Büyüdükçe terketmeyi, arkana bakmamayı öğreniyorsun galiba.. Şimdi bu beni neden üzdü, ben onlarca kere arkama bakmadan gitmedim mi?

Arkasını dönüp gitmeleri, ağlamalarından, onsuz bir yere gidememekten, dökülenden saçılandan şikayet etmelerden çok daha zormuş.. İçim buruldu.. Ama belli etmeyeceğim..

Kafenin kapısının önüne masa sandalye atıyorlar güneşi selamlamak için, gürültüsü yanı başımda.. Güneş kendi için yapılan hazırlıklara kayıtsız kalmayıp iyice dökülür mü üstümüze acaba?
Yaşlı köpekli bir kadın kahvesini alıp kuruldu bile baş köşeye, şimdi güneş daha mı açtı ne?
Demek, bir şeyi isteyince hazırlık yapmak, hazırlığını göstermek gerekiyor ve sonra beklemek.. Gelirse ne ala gelmezse solaryuma mı..demek..

Çantamdan bir yığın kareli sayfalar çıkarıyorum, yazacak yer kalmamış, evirip çevirip bir yer buluyorum bunları yazmak için..
1 paket margarin oda sıcaklığında yazıyor bir yerinde, hemen arkasında palmiye mah.. bla bla sok. kat:3..onun arkasında minik fokumun çizdiği anne baba çocuk ve başlarının üstündeki güneş resmi var. Bir sonraki sayfada alt köşede ''Dalgacı dalgalar, dalgakıranı kırmaya çalıştılar'' diye başlayan yarım kalmış bir cümle..
Biriktikçe birikmiş. Temizlik zamanı gelmiş. Birikenleri bu neymiş diye tek tek ayıklamak bazen işime gelmiyor, zaman alıyor, yoruyor, toptan buruşturup atmak en iyisi.. Neyse ne artık, yazılan yazılmış çizilen çizilmiş, zamanı gelmiş gitmiş.. Hadi güle güle...

İçeri girerken önümdeki kadının saçları dikkatimi çekti, eskiden maviymiş belli. Uzun uzun zaman önce Ankara Karanfil Sokakta pasajda bir gümüşçüde güle oynaya, cıyaklaya kulağımı ikinciye ve üçüncüye deldirmiştim dershaneden arkadaşıma..Sonrasında yılbaşı gecesi için aldıkları sprey boyaları göstermişti, hemen ardından saçımın ön tarafını olduğu gibi maviye boyamıştık. Çok hoşuma gitmişti. Mavi her anlamda özgürlüktü ya saçlarımdaydı şimdi.
Hatta çok mutluydum, Karanfil Sokaktan YKM nin yanındaki büromuza kulağımda artı iki sızı, saçımda gece mavisiyle yürürken.. Saçıma değen son renk oldu mavi.. Başka rengi hiç istemedim..
( Durdum, durdum...yazamadım..)

Sıradan bir sabahtı, aklım Karanfile takıldı..Orada kaldım..
Eğlence bitti, dağıldım!..

saat:11:05

2 Nisan 2008 Çarşamba

kelime oyunları / hata_affetmek


PişmAnlık, Bir kurTTu.. elmAyı uluyArAk kemiren..
kurT'u AffeTmek en Büyük hATAydı.
çünkü suçlu elmAyd
ı.