31 Aralık 2007 Pazartesi

hediye paketi gibi bir yıl

2008 hediye paketi gibi bir sene olsun, içinden bizi sevindirecek, mutlu edecek, her zaman kendimize ait olmasını istediğimiz hayallerimiz çıksın...
Genel olarak 2007 senesi benim için güzel bir seneydi.Hatta çok güzel hayatım boyunca unutamayacağım anlar yaşadım.Yeni yerler gördüm, çok güzel arkadaşlıklar edindim..
Seneler avucumuzdan kayıp gidiyor, yaşamak istediklerimizin, hayallerimizin peşine düşmekte gecikmeyelim.
2008 in ikinci yarısından sonra hayatımda önemli bir geçiş dönemi yaşayacağım, az sancılı olmasını diliyorum ve biliyorum ki, insan herşeye heryere her şarta alışabiliyor, yeterki sağlığı yerinde olsun.Biraz daha yazarsam ağlayacağım :) Tuhaf bir ruh hali sardı beni.Her bitiş yeni bir başlangıç olsa da yinede sonları, geride kalan şeyleri sevmiyorum.Hoşçakal 2007, hoşçakal yirmili yaşlarım...hoşçakal...

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN...

26 Aralık 2007 Çarşamba

eğlence & hüzün



Bu klibi yeni keşfettim.Çok hoşuma gitti :) HOLLY DOLLY:) En hasta ve moralsiz halimde bile beni canlandırdı..Aşağdaki 'İmkansız Aşk' şarkısını ise ilk defa bir kaç gün önce dinledim tesadüfen..daha önce kulağıma çalınmıştı sanırım tv'den ama tadına şimdi vardım diyebilirim..Hırsız Polis dizisinin müziğiymiş.Diziyi de izlememiştim.Konusunu bilmiyorum ama bu şarkı beni çok etkiledi, paylaşmak istedim.
İnsan aynı anda neşelenip hüzünlenebiliyor bazen.Bende öyle bir ruh halinde yazıyorum bunları.İKİSİNİ DE TEKRAR DİNLEDİM VE ŞU ANDA HÜZÜN AĞIR BASTI :)

25 Aralık 2007 Salı

yılbaşı kartlarımız


Kızımın öğretmenlerine vermek için yaptığı benimde çok az katkılarımın bulunduğu yılbaşı kartlarımız :)
Bizim için hoş bir çalışma oldu.Sırada yılbaşı kurabiyelerini yapmak var.Benim için yılın en güzel ve keyifli zamanı bu dönem.Aralık ve Ocak aylarını çok seviyorum.
Sağlıkla geçireceğimiz, kucak açtığımız yeniliklerin bize mutluluk getireceği bir sene olmasını diliyorum.
Bu dileklerim hepimiz için geçerli, şimdiden mutlu seneler diyelim...mi?


20 Aralık 2007 Perşembe

Bayram Mesajım :)

Bu yazıya tekrar tekrar kaçıncı başlayışım saymadım.Kelimelerin neresinden tutsam elimde kaldı.Hissettiklerimi, yazmak istediklerimi yazamadım.Aileden, arkadaşlardan, bilindik bayram telaşından uzak olunca bayram bayram gibi olmuyor.Allahtan özellikle de Kurban Bayramından malum sebepten dolayı pek hoşlanmıyorum.

Yinede evde bayram havası yaratmak için yaprak dolması yaptım bugün :) sabah erkenden de hazır baklava yufkasından baklava yapacağım, çok pratik ve lezzetli oluyor tavsiye ederim.Diet yapmaya yanlış zamanda başlamışım, bir iki gün daha askıya alacağız artık :)Klasik bayram tebriği resmi koymak yerine, bugün yaptığım bayramlarımızın vazgeçilmez lezzeti olan yaprak dolmasının resmini koyuyorum :)

Okuyan herkesin Bayramını Kutluyorum..

MUTLU BAYRAMLAR...


NOT: YİNE İSTEDİĞİM GİBİ YAZAMADIM :)

17 Aralık 2007 Pazartesi

Adı AsLı

Yüz yıl yaşamış ama hep genç kalmış,
yağmur damlasından deniz yapmış kendine...
Mor şemsiyesi elinde...
Adı ASLI..Tıpkı 'Adı Aylin' gibi...
O, hiç bir yere hiç kimseye ait görmediğim, sanki oldum olası tek başına varolmuş, birey olmayı küçük yaşlardan itibaren öğrenmiş Pamuk Prenses görünümünde Zeyna yürekli özel bir kadın...Anne..eş..dost..

Çocuksu, eğlenceli, akıllı, net, inatçı, egzantrik, asi, hırçın, gözüpek, özgürlüğüne düşkün, kendine has duruşu olan, pire için yorgan yakabilen, sözlerinin ve yaptıklarının arkasında durabilen, kendini geliştirmeyi hoşlandığı şeyleri yapmayı seven,takıntılı, mantığını duygularının önünde kalkan yapabilen, çokça süslü, tüylü terlikleri, peluş oyuncakları, cicili bicili, simli, pembe ve tonlarındaki herşeyi çok seven, yaptığı işi en iyi şekilde yapmayı isteyen, orjinal şeylerden hoşlanan , kendinden emin, içinde fırtınalar kopan ve çoğu kez bunu belli etmeyen, gece yarısı 'hadi kalk deniz kenarına iniyoruz' veya 'profiterol yemeye gidiyoruz ' dediğimde itirazsız gelebilecek hatta bunu benim gibi pijamalarıyla yapabilecek kadar umursamaz ve eğlenceli olan, ani fikirlerden ve olaylardan korkmayan, yaşam enerjisi hiç bitmeyecek gibi duran, hayatı 9/8 lik ritimde yaşayan :) aklı başında bir çılgın desem, onu anlatmaya yeter mi bilmem :)
Bildiğim, ona sürpriz yapıp şaşırtmaktan hoşlandığım, bildiğim yeniden yapılanan, yapılanacak olan hayatında aradığı herşeyi fazlasıyla bulmasını istediğim, bildiğim kilometrelere inat hayatı birlikte adımlayacak kadar onu çok sevdiğim ve önemsediğim...
ADI ASLI; SURETİ BENDE SAKLI..

***bu satırları yaklaşık bir buçuk ay önce ona kırgın olduğum bir gecenin sabahı yazmıştım.Bunları okumasının en uygun zamanının doğum gününde olacağını düşünüp şimdi gün yüzüne çıkartıyorum satırlarımı..Tekrar ve tekrar nice senelere..:)

16 Aralık 2007 Pazar

biraz da reklam ;)

Bu görmüş olduğunuz tiramisu ve çok daha fazlasının tarifleri için sevgili arkadaşım Aylin'le birlikte hazırladığımız, mutfakta daha çok vakit geçirmemizi teşvik ederken aynı zamanda orada olmaktan keyif aldığımız PEMBE KAZAN 'ımıza bekleriz :)

14 Aralık 2007 Cuma

15 aralık 197? :)

Zaman sol şeritten saatte 300 km hızla geçerken, biz dörtlüleri yakıp durduk sağda, ruhumuz yirmili yaşların başında :)

Bu bir doğum günü kutlamasıdır..
Hayatı hep mücadele ile geçmiş, kendinden çok etrafındakileri düşünmüş, tuttuğunu koparan, kitabında imkansız diye bir şey yazmayan, aklına eseni yapan, olmayacak şeyleri olduran, gezmeyi, yemeyi, içmeyi, alışverişi seven, her türlü ilginçliğe bayılan, sinirlenince gözü hiç bir şeyi görmeyen, pratik çözümler üretebilen,mutfakta değişik şeyleri denemeyi seven, hesap kitap işinden anlayan, başın sıkıştığında ilk olarak koşabileceğin, iyi bir dost, arkadaş ve abla olmayı başarabilmiş hayatımda büyük yeri olan çatlak patlak yusyuvarlak kremalı börek, sütlü çöreğim :)
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN...

Bu cümleler seni anlatmaya asla yetmez ama..:)
Fonda duyduğun şarkı da senin için..iyi ki varsın..ablamsın..

11 Aralık 2007 Salı

ebe sanem sobe ben :)

sevgili sanem beni sobelemiş :) kendisine buradan teşekkür ediyorum..

BEN KÜÇÜKKEN; bahçeli bir evimiz ve çok sevdiğim köpeklerimiz vardı. Kendi çizdiğim kağıt bebeklerle oynamayı çok severdim. Çeşit çeşit kıyafetler çizer giydirirdim onları.Veteriner olmak isterdim köpek tutkum yüzünden.Yaşım biraz daha ilerleyince veterinerliğin köpeklerden ibaret olmadığını anlayıp vazgeçtim bu sevdadan :)
Ben küçükken pamuk şekere 'dede sakalı' derdik :) Kokulu silgilere simli kalemlere bayılırdım.
Akıllı, uslu, sakin, güzel konuşan, güzel resim yapan, hassas bir o kadar da bilmiş bir çocukmuşum..
Ben küçükken, dünyam büyüktü..Büyüdükçe küçüldü.

ASLINDA BEN; sabırsız, fevri, karasız, takım ruhu olmayan, bazen bencil, programsız, sabahları genelde aksi aynı zamanda ince, hassas, duygusal, esprili, neşeli, doğal, yardımsever, küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkaran,tren yolculuklarını çok seven biriyim :)

İLK KOPYAM; sanırım orta okuldayken fısıldaşma şeklinde olmuştu. Ama lisede kopyanın alası elimizden geçmiştir. Sıranın altına kitap saklayıp sonra ondan kopya çekmek benim için imkansızlardandı..o strese dayanmak zordur :) sıraya, silgiye, avcuma hatta bacaklarımıza yazardık..Önceden hazırladığın makul büyüklükteki kağıdı formanın altındaki çoraba toplu iğne ile tutturursun ve uygun zamanı kollarsın açıp bakmak için en ideali buydu sanırım :) Başkasına sorarak çektiğim kopyaların güvenilir olmadığını yine en iyisini insanın kendisinin bileceğini kendi doğrularıyla yanlış yapması gerektiğini tahsil hayatım bitince anladım :)

EN SAÇMA HUYUM; saçma huy kategorisine girer mi bilmiyorum ama ölünün ardından yapılan helvadan belkide hiç yemedim / yiyemiyorum..ayrıca aydınlık ve gürültülü ortamlarda ve kendi evim dışındaki başka evlerde heleki ilk kalışım ise hayatta uyuyamam. Bu yüzden çok sabahlamışımdır.Ve yine ufak tefek batıl inançlarım da var. Kara kediden ve baykuştan nefret ederim. Her çıktığım yolculukta olumsuz bir şeylerin başıma geleceğine inanırım :)

BENCE CEP TELEFONU; gerekli.Olmadığı dönemlerde nasıl sabrederek nerde kaldınn demeden yaşıyormuşuz hep düşünürüm :)

AŞK BENCE; tanımlandığı an büyüsünü kaybedecek olandır.

SEVDİĞİM BLOGLAR; her gün bir ölçek aldıklarım yan tarafta yazıyor zaten.Günden güne yeni yeni bloglar keşfediyorum ve bu çok keyifli.

bende serap ve sevgili arkadaşım aylin'i sobeliyorum..

10 Aralık 2007 Pazartesi

because I am a girl

Bu klibi yaklaşık bir buçuk yıl önce bir forumda görmüştüm.İşte gerçek aşk..izlerken mendillerinizi hazırlayın diyordu..bende izledim ve mendilimi hazırlamadığıma pişman olmuştum :) Klasik Türk filmi tadın da da olsa klişe gibi de görünse beni etkilemeyi ve iz bırakmayı başardı..hala zaman zaman açar izlerim ve aynı etkiyi uyandırır bende..

Nedense bizler her gördüğümüz çekik gözlüyü önce japon zanneder sonra yok yok çinli bu deriz :) internet ortamında da kliptekiler hakkında nereli olduklarına dair çeşitli spekülasyonlar olmuştu.Sonunda güneymi kuzeymi bilmiyorum ama Koreli oldukları anlaşıldı :) Şarkı kliple özdeşleşmiş durumda her ikiside harika bana göre.Özellikle de motorsikletli sahnelerine bayılıyorum.Bu klibi yakınlarıma izletmiştim, herkesin değişik yorumu olmuştu.duygu sömürüsü diyenlerde oldu.Şimdi siz olsaydınız ne yapardınız diyerek kuyuya taş atmayacağım :) sadece izleyin (tabii hala izlemediyseniz:)) Sanırım gerçek aşk böyle bir şey olmalı, biraz vicdani durumda söz konusu yinede sadece vicdan azabı çekmemek için kimse böyle bir şey yapmaya yanaşmazdı gibime geliyor..

Uzun lafın kısası ben bu şarkıyıda klibide çok seviyorum :)

3 Aralık 2007 Pazartesi

tam ortamda


Tam ortamda bir şey var
Ne rüzgara benziyor ne martıya
Ne rengi renk ne kokusu koku
Ne yağıyor ne duruyor
Bir adım atsam boşluğa üç adımda yokluğa varıyor
Tam ortamda bir şey var
Ayı pençesine benziyor...

ocak 2007
berrin 'deniz'

29 Kasım 2007 Perşembe

Akköprü'de inecek var


AKKÖPRÜ; Ankara İstanbul yolunun başlangıcında Çubuk Çayı’nın bulunduğu yerdeki köprü, Selçuklu hükümdarı I.Alaaddin Keykubat döneminde (?-1237), Selçukluların Ankara Valisi Kızıl Bey tarafından XIII.yüzyılın ilk yarısında yaptırılmıştır.

Doğup büyüdüğüm mahallenin hemen girişinde olan bu köprünün resmi beni yıllar öncesine götürdü ve içimde tarifsiz hisler ve sızı bıraktı..
Onbeşyıl önce her sokağını karış karış bildiğim, benim abimin ablamın ve hatta amcalarımın bile okuduğu bir ilk okulu ve devamı niteliğinde ortaokulu olan beş bakkalı, bir tüpçüsü, bir şeker imalatçısı, bir halk ekmek bayii, bir gazetecisi, iki tuhafiyesi bir manavı, bir kahvehanesi, bir kuruyemişçisi, bir kütüphanesi, bir erkek berberi, terzisi, ayakkabı tamircisi,hırdavatçı ve tesisatçısı, bir eczanesi olan hemen hemen herkesin birbirini tanıdığı, güven içinde akşam ezanına kadar soluksuz sokakta oynadığımız yarısı müstakil evler yarısında ise blogların bulunduğu ufacık bir dünya idi..

Sokağımızın iki yanında yol boyunca ağaçlar ve kimi yeni kimi biraz daha eski bahçeli tek katlı evler vardı sıra sıra..O bahçelerde elma, armut, üzüm, kiraz, vişne, erik, kayısı, ayva ve dut ağaçları vardı.Bunlardan doyasıya yiyerek, bahçe duvarlarının üstlerinde çekirdek çitleyip, su savaşları yapıp, evcilik yakantop, istop, saklanbaç, körebe ve futbol oynayıp ip atlayıp geçirirdik bitimsiz yaz tatili günlerini..

Öğlen sıcağı çöktüğün de ki sessizliği sebzecinin yada eskicinin sesi bozardı.
Ne güzel olurdu salıncaklı, fıskiyeli süs havuzlu, ağaçlar içindeki, köpeklerimizin, güvercinlerimizin, gül ağaçlarımızın, asmamızın olduğu bahçemizde öğle saatlerinde ekmek arası patates kızartması yada domates peynir yemek, buz gibi vişne kompostosu ve limonata içmek..

Akşam üstleri renk renk çeşit çeşit çiçeklerle bezenmiş, minik domateslerin salatalıkların taze soğanların yetiştiği bahçeler sulanır, mis gibi toprak kokusu bazı evlerden gelen kızartma kokularına karışırdı.Evde olmayan bir şey için acil olarak bakkala gönderilir beş dakika içinde alır gelirdik.Heryerin kapalı olduğu saatlerde bir yumurta veya limon yada birazcık tozşeker için komşunun kapısını çalmak veya bahçeden bahçeye seslenmek hiç abes olmazdı.

Kedi, köpek, tavuk, horoz, güvercin, saksağan, kumru, serçe, sığırcık, arı, kelebek, sinek, böcek, karınca, kertenkele, solucan her an gördüğümüz canlılardı.

Üzerinde evcilik oynadığımız kilimlerimiz, yazın hortumdan akan buz gibi suyla yıkamaya can attığımız halılarımız ve yıkarken mıncıklamaktan zevkaldığımız arap sabunları vardı..Günler gezmeye, oynamaya, ayaküstü laflamaya, komşu teyzelerin tüm işlerini bitirip kapı önlerinde dantel yada örgü örmelerine yetecek kadar uzundu.

Yaz bir çırpıda geçer sonbaharda bazı bahçelerde salçalar kaynatılır, bazılarında envai çeşit turşular kurulurdu kocaman kavanozlara, sirke ve sarımsak kokusu tatlı serin akşam rüzgarına karışırdı.Okullar açılır defter kaplama ve bulunamayan bazı ders kitaplarının stresi başlar, simli kalemler ve kokulu silgiler ise o günlerin en mutluluk verici şeyleri olurdu benim için.
Eşiklere kadar kar yağar okullar tatil olurdu.Karın üstünde ilk adımları atan ben olmak ister, kapı önündeki karlar süpürülünce çok üzülürdüm.
Kartopu oynamaktan bithap düşüp el ve ayak parmaklarımız soğuktan acımış hissiz haldeyken eve döner ıslak eldivenlerimizi sobanın üstüne asar sular damladıkça 'cos' diye ses çıkardı..Mercimek çorbası ve kapuska kokardı ev ve kış kokardı hafiften genzi yakan kömür kokusuyla birlikte..

Şimdi tüm bunları biraz mutluluk, çokça hüzünle hatta içim acıyarak hatırladım ve kaleme dökemediğim bir çok şeyi..
Belkide kelimeleştiremediklerim içimi bu denli acıtan.
Gerçekten yaşadıkmı o günleri ?

21 Kasım 2007 Çarşamba

KARDANADAM

Evde kullanılmayan eski atkıları, şapkaları, olmadı paçavraları sarardık başına, boynuna...Hiç kızmazdı çünkü ısınırdı kardanadam...
İlk kar gününün tatlı eğlencesi, unutulmaz anısı olurdu...Ertesi sabah ilk iş olarak pencereden bakıp; orda olduğunu görmenin verdiği mutluluk, olsa olsa bayramlık ayakkabılarını uyandığında başucunda görmeninkiyle takas edilebilirdi... Kısa ama çocuksu bir mutluluk veren, karşılıksız gelen, incitmeyen, kapının önünde bekleyip hiç gitmeyen, havucu çalındığında ses etmeyen, nankör çocuklara - erimeye başlayıp tek gözü düştüğünde bile - gülümseyebilen, güneş gelip onu aldığında, geride yalandan atkısı ve kömür gözlerı kalan..
Sessiz, onurlu, bir varmış-bir yokmuş, adam gibi adam... Kardanadam...
Affet kışa dair ne varsa..

15 Kasım 2007 Perşembe

HATIRLA SEVGİLİ

Hatırla Sevgili başladığı ilk günden itibaren dikkatimi çekti.Gerek konuların işlendiği dönem itibariyle gerekse yine o dönemin kılığı kıyafeti ve terapi niteliğindeki muhteşem müzikleriyle...
Bence Türk televizyon tarihindeki en önemli ve kaliteli dizilerin başında geliyor..
Siyasi olarak da çok önemli bir döneme birebir olmasa da ışık tutuyor..

Dizinin merkezinde Ahmet ve Yaseminin bitmeyen aşkı ve kavuşamayışları vardı,son iki haftadır bu sorun halloldu,şimdi daha ciddi olaylara gebe yeni bölümler..

Dizi oyuncuları ve canlandırdıkları karakterler hakkında fikir yürütecek olursam Ahmet karakteri (resimde sağdaki:)) çok güzel rol yapıyor ancak Yasemin (ortadaki:)) bana yapmacık geliyor..Çoğu kişinin aksine Necdet karakterini seviyorum (resimde soldaki:)) aşık olduğu kızla onu çok zor bir durumdan kurtarmak için onun kendisini sevmediğini bile bile evlenecek kadar yürekli..
benim için dizinin merkezindeki aşk Yaşar ve Işığın ki..Bayılıyorum ikisine, özelliklede Işığa :)
Birde izleyenlerin neredeyse hepsini nefret ettiği bir kaşık suda boğacağı Ayla karakteri var..Bir zamanlar Ahmet'in boş anında nişanlandığı soğuk nevale doktor Ayla :) Her nekadar iticide olsa sessiz ve derinden gidişini takdir etmişimdir hep tabii ne yaptı ettiysede zorla güzellik olmayacağını anladı ve kendisi vazgeçti sonunda Ahmetten :)
Yaşarla Işığın altındaki resimdeki endişeli ve kindar bakışlı hanım kızımız oluyor kendisi :)

Pastacı kız Güzideden de bahsetmeden geçemeyeceğim, başta çok antipatik bulsamda sonradan şahsiyet kazandı gözümde.Aşkı için herşeyi göze alıp kulak tıkadı herkesin doğrularına..(hakettiği karşılığı gördümü tartışılır ) evet Güzide'nin güzide resmide alttaki :)) Baştada söylediğim gibi özellikle müzikleri benim için terapi niteliğinde..Bilmeyenler için söyleyeyim fonda duyduğunuz müzikte dizinin müziklerinden bana mutlu yaz günlerini hissettiriyor..Ayrıca blog sayfamın en altında müziklerde var dinlemek isterseniz..Kısaca ben bu diziyi çok sevdim :)







13 Kasım 2007 Salı

kanKARDEŞİM'e

Onu ilk gördüğümde okul bahçesinin nöbetçi kulubesindeydim.Yeşil rodi jeans yeleği lacivert forması (oraların tabiriyle jile) iri gözlükleri, Sinead O'conner tipi kısacık saçlarıyla ve erkeksi tavırlarıyla yürüyüp espriler yapıyordu.Kim bu diye sormuştum yanımdakilere :)

Sömestr tatiline gireceğimiz gün karneleri aldıktan sonra ufak bir rahatsızlık geçirmiş ilk müdahaleden sonra o ve bir kaç arkadaş eski bir şehrin eski bir mahallesinde ki sıcacık evlerine gitmiştik..O zaman ne o nede ben bilmiyorduk aramızdaki bağın gün gün artacağını aramıza kilometreler girsede hiç kopmayacağımızı ve yine bir gün geçitin oradaki salonda bilardo oynarken ikimizinde bir kaç dakika arayla aynı yerden aynı şekilde elimizi hızla bilardo masasına çarpıp yaralayacağımızı o an esprisine kankardeş olalım diyerek kanlarımızı birleştireceğimizi ve hatta o günden kalan kanlı peçeteleri ve birlikte yediğimiz patlamış mısır kutularını yıllarca saklayacağımızı ..
Bir sabah otogarda buluşup ben, o, Özlem ve arkadaşı Murat günübirlik Ankara'ya kaçmıştık.Güzel bir günün ardından Doğan Körfezle Eskişehire dönerken üst katta bizden başka birde en önlerde oturan yaşlı bir adam vardı..Başında bir tef çalmadığımız kalmıştı :) Daracık koridorda kendimiz çalıp kendimiz oynamış kolaları devirmiştik.Hatta muavin otobüste unutulan bir tetrisi vermişti bize :)
Eğlence bitip onunla sohbete başladığımızda okadar yakındık ki artık birbirimize.Rahmetli babasına olan bitimsiz sevgisinden, onu nasıl çocuk yaşta kaybedişinden bahsederken gözyaşlarına boğulmuş, cüzdanında sakladığı siyah beyaz fotograflarına bakmıştık.Dostluğumuzun sağlam temeli o gün o çift katlı otobüste atılmış oldu..

Okulu asardık (oranın tabiriyle kayış atardık :) ' hadi sana mutluluk çorbası ısmarlayayım ' derdi.(İşkembe çorbasının beni mutlu ettiğini söylemiştim adı öyle kalmıştı..) Okulun yakınındaki köhne lokantaya giderdik.O lahmacun yerdi kıymalarını sıyırıp, madem içini yemeyeceksin neden lahmacun yiyiyorsun diye söylenirdim.Oda ama ben böyle seviyoruuuumm derdi uzatarak :)
İlk kız kavgamı yapmaya yeltenmiştim okul çıkışında onu müdafa etmek için..hatırlarmı bilmem :) ve Ümit Yaşar'ı o sevdirmişti bana..

Bugattideki gecemizi ve İzmit'ten gelecek olan arkadaşını sabahın köründe karşılamaya gitmek için otogar dolmuşu bulamayınca yoldan geçen koca yolcu otobüsünü durdurup ' bizide otogara atarmısınız ' deyişini, otobüse binişimizi ve içindeki yarı uykulu yolcuların bize nasıl baktığını hatırlıyorum :)

Suçiçeği olup yataklara düştüğümde mutluluk çorbası ve Pino'dan sevdiğimi bildiği sosisli sandviç getirdiğini, saçlarına istediği gibi model verilemediğinden dolayı kuaförlerde geçirdiğimiz ızdırap dolu saatleri de unutmadım.Hatta bir keresinde kuaförün çok biliyorsan sen kes diyerek makası elime verişini şimdi hatırlayıp, gülümseyerek yazıyorum.
Ayrılık vakti gelip Ankara'ya geldiğimde yıllar sürecek mektuplaşmamızın başlayacağını, benim için defalarca Ankara'ya geleceğini ve benim Eskişehir'e günübirlik kaç kere kaçacağımıda bilmiyorduk..

İki buçuk yıl oldu yüzünü görmeyeli.Sigaranın her nefesini son nefesin gibi içine çekmeni, misafirperverliğini, bir çırpıda yaptığın patates kızartmalarını, ' ya Berrin ya ' deyişini, bitmeyen taksitlerini, sevecen gözlerini ve gözlüklerini, en son görüşmemizde akşam vakti Tadımdan dondurma alıp taksiye binerken yaşadığım öfke nöbetini hiç suçun yokken sana yansıtmamı ve senin sadece şaşkın ve kırgın gözlerle bana bakışını, inerken kusura bakma desemde içimin paramparça oluşunu hatırlıyorum şimdi zihnimi fazla zorlamadan..

Onun için yazacak okadar çok cümlem ve hatırladığımda gülümsediğim anım varki..Bu yazdıklarım ufak bir hatırlamadan ibaret aslında..

Muzip, kederli, cömert, alıngan, yürekten, fedakar, mücadeleci, ondört yıllık arkadaşım, dostum,kanKARDEŞİM..Yasemin ...

Berrinstone'dan YaseminCrawford'a ..dostlukları anısına..

12 Kasım 2007 Pazartesi

son durum :)

Günlerdir bir şeyler yazıp eklemek var kafamda..Bir türlü başaramadım.Zamansız zamanlardan mı yoksa kafamdakileri terbiye edemememdenmi bilmiyorum..
Ayrıca hastayım,boğazım agrıyor ve tipik soğukalgınlıgı semptomları..
Bugün bir film izledim çok ağladım, bir şarkı dinledim hiç bilmediğim yerlere gittim.Biraz kar yağışını izledim..ve kokusunu en çok sevdiğim yemek olan etli dolmabiber pişiriyorum :)
Kısa süre içinde kankardeşim ve çok yakın bir arkadaşımla ve terapi niteliğindeki hayatımın dizisi 'hatırla sevgili' ile ilgili yazılarımla burada olacağımı umuyorum :)

3 Kasım 2007 Cumartesi

tek şekerli anlar

Kar yağarken, düş sokağında sakince ''sevdan bir ateş'' i dinlemek, yanında sütlü neskafe, mümkünse sabahın erken saatlerinde...Tıpkı bugün gibi...
İçime çok çok eskiden kalma karlı, çocuksu taze bir günün huzuru geldi birden.Yatıya gelmediğini biliyordum, geçerken uğrayan az sonra gidecek olan yinede yüzümde beyaz bir tebessüm bırakan tek şekerli bir duyguydu hissettiğim..
Tadını herzaman sevdiğim..

28 Ekim 2007 Pazar

mesaj kutusu :)

Bilenler bilir, ilklere imza atmayı ve gece aniden gelen ilginç fikirlerim vardır :) Buda onlardan biri.. Bazı blogcu arkadaşlarımla fikir alış verişi yapmamız gerekebiliyor yada sadece bir merhaba demek için uğradığımızda son eklediği yazıya yorum yaparak yazışıyoruz.İşte bunu pratık ve zevkli hale getirmenin yolunu buldum :)
Her ay arşive eklemeyi düşündüğüm 'mesaj kutusu' başlığını açıyorum..
Herhangi bir mesajınız varsa sinyal sesinden sonra bırakabilirsiniz :) bıppppppp

26 Ekim 2007 Cuma

AN'LAR

Eğer yeniden başlasaydım hayata
İkincisinde daha çok hata yapardım
Kusursuz olmaya çalışmaz,
Sırt üstü yatardım
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım
Elbette mutlu anlarım olurdu ama,
Yanlız,mutlu anlarım olurdu.
Farkındamısınız bilmem, yaşam budur zaten
Anlar, sadece an'lar...
Sizde an'ı yaşayın.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım
Ve sonbahar bitene kadar
Yürürdüm çıplak ayaklarla
Bilinmeyen yollar keşfeder,
Güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım
Bir şansım daha olsaydı eğer...

Ama işte 85'imdeyim
Ve biliyorum
Ölüyorum...

Jorhes Loıs Borges

Bu şiiri her gün okumalı aslında..ve her yeni günün kıymeti bilinmeli..Doyasıya yaşanmalı..Zaman öyle çabuk geçiyor ki bir gün geriye baktığımızda yaptıklarımızdan çok yapmadıklarımızdan pişman olacak olmamız çok acı verici olacak..Her günü son gün gibi, son günümüzü de istediğimiz gibi yaşayalım..

23 Ekim 2007 Salı

HEPİMİZ MEHMETÇİĞİZ


iSTiKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!


Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

Ailelerine başsağlığı,şehitlerimize de rahmet diliyorum.


NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

16 Ekim 2007 Salı

eskizlerim





9 sene oldu çizim yapmayalı..
Elim pas tutmuş sanki ama çalışma
ya devam edeceğim..
uzun yıllardan sonra dün gece çizdiğim eskizlerim.


9 Ekim 2007 Salı

sobe_lenmisim :)

evvelzamaniçinde beni sobelemiş ve şuanda okuduğum kitabın 187.sayfasını yazmamı istemiş :)
okuduğum iki kitap var birazdan 187.sayfalarını yazacağım.Bende
enes'i sobeliyorum..

Bitmek üzere olan kitabım the secret ve 187.sayfasında secret'e katkısı bulunan LEE BROWER ve JACK CANFIELD adlı zat_ı muhteremlerle ilgili kısa bilgiler var.
Secret demişken biraz kitaba da değineyim.Aslında kimsenin bilmediği bir sır değil bu,olumlu düşünme temeli üzerine kurulmuş bir kitap.Daha önce okuduğum % 100 düşünce gücüne çok benziyor.Kısaca hayattan ne istersen onu yaşarsın diyor ve yine bizim ' korktuğum başıma geldi ' cümlesinide bir anlamda açıklamış oluyor.Mucizevi bir kitap olmasada benimde düşünce anlayışıma yenilikler getirdiğini söyleyebilirim.
' hislerimiz ne düşündüğümüzden haberdar olmamız için bize verilmiş en müthiş armağandır ' kitaptan alıntı bu cümle ile secret dosyasını kapatıyorum :)

Gelelim Secretle eş zamanlı okuduğum kitap ' İTALYANCA AŞK BAŞKADIR 'a MAEVE BINCHY 'nin yine akıcı hoş anlatımlı kitaplarından, şimdiden bir kaç italyanca kelime bile öğrendim :)
Henüz okumadığım 187.sayfasına kısaca göz atalım..

Lou on beş yaşındayken üç sopalı adam babasının dükkanına girmiş sigaraları ve kasadaki paraları almışlardı.Aile fertleri tezgahın arkasında korkuyla büzülmüş beklerken dışardan bir gardanın sesi duyulmuştu.
Lou hemen hızla adamların en iri yarısına 'arka kapıdan,duvardan atlayın' demişti...diye devam ediyor.
Maeve Binchy'nin kitaplarını uzun soluklu ve akıcı bir şeyler okumak isteyenlere tavsiye ederim.

8 Ekim 2007 Pazartesi

MAVİ


Gökyüzü kaçmış gözlerine

Deniz ağlıyordu

Anladık, maviydi de

Mavi içinden mavi damlıyordu...




kalemimi maviye boyadım bunları yazdı..

5 ekim 07

4 Ekim 2007 Perşembe

bayram kartlarımız :)


Kızımla birlikte yaptığımız bayram kartları :)
Türkiye'ye yola çıktılar bugün..





















25 Eylül 2007 Salı

PİŞ_MAN_LIK /kendi kalemimden

Pişmanlık, kedi tırmığı gibi bir şeydi ince, derin, hain ve kanatan...
Sonrasında eksi yirmi derecede midene yumruk yemiş gibi bir his uyandırıyordu.

Yağmursuz, güneşli ama soğuk ve rüzgarlı bir sabahta, kırık olmayan koyu yeşil bir bankta peçete üstüne yazdıklarımdı pişmanlık.
Vakitsiz bir saatte yatıp uyandığında hissettiğin garip duygu gibi, dokunduğun her kelimenin elinde kalması gibi bir şeydi.

Hatta alıştığın yerden dönmemecesine ayrılmanın verdiği histen bile paslıydı pişmanlık...

25 eylül 2007

20 Eylül 2007 Perşembe

DÜŞ KUMBARAM /kendi kalemimden




Düş kumbaram

Tıka basa doluyor cebimdeki son düşü de atınca içine.
Düş zengini olmuşumda haberim yok, ne zaman birikmiş bunca şey hayret ediyorum. Artık harcamalıyım düşlerimi tedavülden kalkmadan. Eskiler yenilere darılmadan.
“Niye biriktirdim ki bu kadar” diye düşünüyorum günü birlik harcamak varken?
Yoksa biriktirmek eşittir ertelemek mi? Matematikten de anlamam ki ben.

Kumbarama göz atıyorum usulca, bol yıldızlı bir yaz gecesi gözüme çarpıyor önce. Mahalledeki gibi duvarın üstüne oturmuşuz tuzlu çekirdekler kese kağıdında, yakınlarda olmazsa olmazım deniz ve içime sinen kokusu, uzaktaki bir restorandan gelen ince müzik sesi fon oluşturuyor çocuksu tatlı ve heyecanlı sohbetimize.

Sonra hız sınırını çoktan aştığım, ölümle yaşam arasında dans ettiğim, düşümü görüyorum kumbaramın en havalı yerinde.
Ve tren yolculukları, vazgeçemediğim.Yorgun demir raylar akıp giderken geleceğe, kulağımda bildik bir şarkı ve elimde bitmemiş bir kitap duruyor. Birde minik bir köpek var kumbaramın en gizli köşesinde, beni çocukluğuma tekrar döndürecek olan. “Sus sesini çıkarma alacağım seni oradan” diyorum ıslak burnunu severken.
Şöyle bir karıştırıyorum neler var neler, hepsi beklemekten sıkılmış yorgun görünüyorlar, yaşanamamanın verdiği sabırsızlıkla.

Baş ucuma koyarken usulca fısıldıyorum kumbarama “az kaldı hele bir sabah olsun “ :)

18 Eylül 2007 Salı

nordkapp gezisi fotografları































































11 Eylül 2007 Salı

kuzey kutbuna bir adım kala norveç / nordkapp gezimiz


Norveç sınırlarında bulunan Nordkapp Avrupa'nın en kuzey noktası..Helsinki'den trenle yataklı vagonda 13 saat süren yolculugumuz sonrası Finlandiya'nın Rovaniemi sehrine 4 derecelik buz gibi bir sabahta adımımızı attık.Rovaniemi'den itibaren kendi özel aracımızla dur kalklar,verdiğimiz molalar ve yola herdaim çıkabilen geyiklerin bizi yavaşlatmasısebebiyle 11 saatte Lapland Bölgesini (Rovaniemi ile başlayan kuzey bölgesine Lapland deniyor,bu bölge tamamen doğa harikası ,doğal yaşam ortamı.Kışın eksi 40 hatta daha fazla sıcaklıkta olan kar ve buzla kaplı bir alan)geçip Norveç'in bir yanı dağ diğer yanı deniz olan dar ve çokça geyik komünlerinin karşımıza çıktığı yolların sonunda Nordkapp'ın bir ayak öncesi Honninsvag kentinde otelimize yerkeştik.
Ertesi gün Honningsvag'dan Nordkapp'a geçtik.Yol boyunca muhteşem manzaralarla karşılaştık. Sonunda kuzey uç noktasına varabildik (71' 10' 21') kuzey kutbuna bu kadar yaklaşmak ve görünen manzara tek kelimeyle heyecan vericiydi :)
Nordkapp'tan gerisin geriye Norveç'ten Finlandiya sınırlarına geçerek çok küçük bir yerleşim yeri olan ivalo'da bir gece geçirdik.(Bu yolculuk esnasında SAMİ'lerin köylerinide gördük.Tüm Lapland Bölgesinde SAMİ kültürü boy göstermekte) Oradan Lapland Bölgesinin sınır şehri Rovaniemi'ye geldik.Burada Kuzey Kutup Çizgisinin olduğu Artıc cırcle (66' 32' 35' ) ve aynı yerde olan Santa Claus Village'ı dolaştık.Burada benim en çok ilgimi çeken husky'lerin bulundugu yerdi.Ardından Rovaniemi'ye gelipte görülmeden dönülmeyecek olan ARKTIKUM müzesini büyük keyifle dolaştık.Bu müzede gördüğüm dondurulmuş kutup ayısının büyüklüğü ise dudak ısırtacak cinstendi :))
Unutmadan kuzey ışıklarıda denen AURORA'lardan bahsetmek istiyorum.Her ne kadar gittiğimiz dönem itibariyle kendi gözlerimle göremesemde kartpostallardan şahit oldum ve resmen büyülendim.Sırf bu yüzden bile tekrar kış döneminde kutup bölgesine gitmeye değer :)buraya eklediğim videoda bu doğa harikasını görebilirsiniz...
Yaşadıklarım ve gördüklerimin sadece özeti mahiyetinde oldu bu yazdıklarım.Çok yoğun ve büyük kısmı yollarda geçen beş günlük Norveç ve lapland gezimizden en çok aklımda kalanlar süratle yol alırken bir anda karşımıza çıkıp tedirginlik yaratan ve bir okadar da görmekten hoşnut kaldığımız geyikler,iskandinavya'ya bir kültür kazandırmalarına rağmen yüzyıllarca asimile edilip zor şartlarda yaşayan SAMİ'ler ve trendeki iki gecemiz dışında geri kalan üç gecemizi geçirdiğimiz üç ayrı ve güzel otel :)
Birde Rovaniemi'ye giderken yol boyunca bu otobüs duraklarından vardı,ne kadar şirinler öyle değil mi? :)

Yol boyunca gördüğüm ilginç şeylerden biride bu eskimo evleri tarzında yapılmş mini barınaklar,içlerine ufak sedye gibi iki yatak ancak sığmış insanların belli dönemlerde kiralayıp değişik ve hoş bir tecrübe yaşadıklarını düşünüyorum bu model evlerde :) Yazdıkça yazasım var ama sanırım şimdilik bu kadar yeter :)
Bence,Dünya üzerinde görülebilecek en güzel yerlerin başında geliyor lapland bölgesi..vee bu gezi herşeye değerdi...
gezi ile ilgili fotografları en kısa sürede bloğa ekleyecegim :)

3 Eylül 2007 Pazartesi

BENİM İÇİN SONBAHAR / kendi kalemimden


Mevsimlerin ikindisi,yanağımızdaki pastel dokunuştur sonbahar..
Kızıl,kahverengi,hardal gölgelerdir, tatlı, serin rüzgarla saçlarımıza karışan.
Çıtırdayan yapraklar, yüklü bulutlarla romans yaşarken hafiften burnunun üşümesidir.
Kahverengi kadife bir ceketin cebinden, geçen eylülden kalma alışveriş fişini bulmak ve ürpermektir deniz kenarında, çayını yudumlarken.. sonbahar…
Yağmurdur,topraktır,rüzgardır,çatlamış dudaktır,unutulan şemsiyedir takside, kestane kebabı düşünürken.
Ve dönmektir tüm yollardan beş çayı saatinde…

30 Ağustos 2007 Perşembe

küçük prens (xxı.bölüm)

İşte tilki o zaman ortaya çıktı. "Günaydın," dedi küçük prense. "Günaydın," dedi küçük prens nazikçe, ama kimseyi görememişti. "Burdayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında." "Kimsiniz" dedi küçük prens. Sonra da, "Çok güzel görünüyorsunuz," diye ekledi. "Tilkiyim ben," dedi tilki. "Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Çok mutsuzum." "Hayır," dedi tilki.

"Oynayamam; evcil değilim ben." "Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu. "Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?" "İnsanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
"İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?" "Hayır," dedi küçük prens. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?" "Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor." "Bağlar kurmak mı?" Tilki, "Yani," dedi, "örneğin sen benim için hâlâ yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan herhangi bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz benzersiz olurum..." Küçük prens, "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..." "Olabilir," dedi tilki, "dünyada böyle şeyler hep olur." "Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens. Tilki şaşırmıştı. Merakla, "Başka bir gezegende mi?" diye sordu. "Evet." "Orada avcılar var mı?" "Yok." "Aman ne hoş! Peki tavuklar?" "Hayır, tavuklar da yok." "Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki. Birden aklına bir fikir geldi. "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı. "Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..." Tilki uzun bir süre küçük prense baktı. Sonra da, "Lütfen... Evcilleştir beni!" dedi. "Çok isterim," dedi küçük prens, "ama burada çok kalamayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var." "İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkân olmadığı içindostları yok artık. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir." "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens. "Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "Önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..." Ertesi gün küçük prens yine geldi.
"Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki. "Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..." "Alışkanlıklar mı?" "Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki. "Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcılarımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe köyün kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembeleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar dansa herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı." Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım," dedi. "Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim, ama evcilleştirilmeyi sen istedin..." "Evet, orası öyle," dedi tilki. "Ama ağlayacağını söylüyorsun." "Evet, öyle," dedi tilki. "O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!" "Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim." Küçük prens gidip güllere baktı. "Siz benim gülüme benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok." Güller çok utanmışlardı. "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı, ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim." Tilkinin yanına döndü sonra. "Hoşça kal," dedi. "Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez." "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu. "Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır." "Onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu. "İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeyden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..." "Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. Bunu da unutmamalıydı
.

Küçük Prens (Fransızca Le Petit Prince) Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry'nin en ünlü romanı. 1943'te yayımlanmıştır. Roman New York'ta bir otel odasında yazılmıştır. Kitapta Exupéry'nin çizimleri de bulunur. Basit bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeren Küçük Prens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır. Sahra Çölü'ne düşen pilotun Küçük Prens'le karşılaşması ile başlayan kitapta Küçük Prens'in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.

Küçük prens'i küçükken okumuştum, sanırım doğum günümde hediye gelen kitaplardan biriydi.Şimdi tekrar okumayı ve gerçekten anlayarak okumayı istiyorum.Yaşama ve duygularımıza dair incelikleri nede hoş anlatmış.Kesinlikle tavsiye edilmesi gereken bir kitap.

Ve yine küçük prensten bir alıntıyla yazımı noktalıyorum..


"bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. herşeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..."

26 Ağustos 2007 Pazar

kar çiçeği ve yavru fok

"Karların tam ortasında bir çiçek açmış beyaz,Uzaktan çiçeği farkeden yavru fok koşarak gelmiş bu bembeyaz,narin şeyi ilk kez görüyormuş,Uzanmış koklamış,hızla annesine koşmuş ''Gördün mü'' demiş.Ne biçim bir şey bu böyle çok güzel görünüyor.'Nedir adı Anne?' diye sormuş.Annesi eğilip önce yavru fokun burnuna bir öpücük kondurmuş.'Kar çiçeği' çok narin bir çiçektir,zor yetişir,Derler ki ağladığında yada ölürken kırmızıya dönüşür zarar verme sakın demiş.Yavru fok bilmiyormuş zarar vermenin ne demek olduğunu çünkü dünyada olan tecrübesi çok azmış.Kötülük bilmezmiş yüreği.'Tekrardan bakmaya gideceğim ama söz anne uzaktan bakacağım'demiş.Koşarak giden yavrusunun arkasından bakmış anne fok.Yavru fok kar çiçeğinin yanına gelmiş.Onunla konuşmaya başlamış.Onu arkadaşı olarak kabul etmiş.Kar çiçeği o kadar güzelmiş ki yavru fok annesinin tembihine uymuş,bir şey olmasın diye korkudan kar çiçeğini bir daha koklamamış bile sana dokunmadan seveceğim demiş.Hem sen böyle de benim seni sevdiğimi,bunu da senin iyiliğin için yaptığımı bileceksin.Günler günleri kovalamış artık kar çiçeği ile yavru fok çok iyi arkadaş olmuşlar.Yavru fok annesine her defasında arkadaşı kar çiçeği ile ne konuştuğunu anlatırken bir yandan da onun suya girememesine ve sürekli aynı yerde durmasına karşın kendini ne kadar kötü hissettiğini anlatıyormuş.Anne fok ''şayet o yerinden ayrılırsa bir daha yaşayamaz'' demiş.Yavru fok annesinin tüm söylediklerini arkadaşı ile paylaşmak üzere hızla kar çiçeğinin yanına koşmuş.'Biliyorum' demiş 'burada böyle durmaktan sıkılıyorsun keşke seninle dolaşabilseydik.Ama olsun sen üzülme ben sana gördüğüm yaptığım herşeyi anlatırım.Sen de böylelikle herşeyi bilirsin.'Kar çiçeği sanki yavru foku anlıyor ve ona hak veriyor gibi yavaş yavaş sallanıyormuş.Günlerden bir gün yavru fok sudan çıkarken bir takım gölgeler görmüş korkup tekrardan suyun içinde dalmış.Gölgelerden gelen sesler gök gürültüsü gibi şimdiye kadar hiç duymadığı seslermiş.Karanlık gölgeler suyun altında olan yavru fokun yanından hızla uzaklaşıp ilerlemiş.Yavru fok kafasını sudan çıkardığında gölgelerin en iyi arkadaşına doğru ilerlediğini görmüş ve korkmuş.''Saklan hadi ...... durma öyle!..... saklan'' diyormuş.Arkadaşı Kar çiçeği ise yavaş yavaş sallanıyormuş sanki onu anlamış gibi...Yavru fok endişe içinde gölgelerin adımlarına bakıyormuş gölgelerin elinde tuhaf sivri bir takım aletler varmış.''Nedir bunlar?'' diye anlamaya çalışırken.Farketmiş ki o gölgeler arkadaşının tam üzerine doğru ilerliyor.Sudan tamamen çıkıp gözlerini arkadaşına dikmiş.Arkadaşı bir kez daha sallanırken dev bir adım tam üzerine gelmiş gözünden kaybolmuş bir anda en iyi arkadaşı.O anın verdiği endişe ile korkularına aldırmadan arkadaşına seslenerek koşmaya başlamış gölgelerin adımları altında kalan arkadaşının yanına.Gölgeler birden durmuşlar.Tuhaf sesler çıkararak gülmeye başlamışlar.Fok arkadaşına olan sevgisinin yarattığı endişeye kapılıp gölgelerin ayağına kadar geldiğinde daha arkadaşına uzanamadan bir acı hissetmiş tam başında.Yavru fokun çenesi hızla buzlara çarpmış.Kırmızı bir sıvı görmüş gözlerinin içinden beyaz karlara süzülen kendini arkadaşına doğru çekmiş arkadaşı artık sallanmıyormuş.Yerde ezilmiş ve hatta neredeyse karların içine gömülmüş.Ne olduğunu anlayamamış fok,kafası çok acıyormuş.Kımıldayan foku gören gölgeler bir kez daha vurmuşlar yavru fokun kafasına.Yavru fokun acıyla gözleri kapanırken aklına gelmiş annesinin sözleri 'Sakın zarar verme' o an anlamış zarar vermenin ne kadar kötü bir şey olduğu.İçinden canı acırken 'iyi ki ben yapmamışım. İyi ki Kar çiçeğine zarar vermemişim.'demiş.Gözlerini yavaşça gölgelerin acımasız suratlarından kar çiçeğine doğru indirirken kendi kanının çiçeği kırmızıya boyadığını görmüş.Gözlerinden akan yaşlardan bir tanesi çiçeğin üzerine düşmüş ama üzerinde ki kırmızılık gitmemiş.Annesinin sözlerini hatırlamış.Son sözleri arkadaşına gözlerini kapatarak son anda bile zarar vermemek adına koklamayı düşünsede bunu yapmadan fısıldamış.''Yanındayım arkadaşım ve sana zarar vermeden her zaman da yanında olacağım.'' Yazan:Yeşim Balaca

Her sene yılın belli zamanlarında Kanada'da fok katliamı yapıldığını hemen hepimiz biliyoruz.Bu zihniyetleri anlamak mümkün değil benim için.Özellikle yavru fokların kürklerinin daha kaliteli olması nedeniyle onların hedef alınması ve yine kürke zarar verilmemesi için öldürülüş şekilleri tek kelimeyle korkunç.

Tüm hayvanlar insanoğlundan korkmalı çünkü her türlü kötülük ne yazıkki insanlardan geliyor..